Anasayfa | Fotograf Albümü |Forumumuz |Downloads | Hesabınız | Ziyaretçi Defteri|İletişim| Radyo

Oymalitepe.Net :: Başlığı Görüntüle - Çanakkale için bılmediklerimiz
 SSSSSS   AramaArama   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için login olunÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için login olun   GirişGiriş 

Çanakkale için bılmediklerimiz

 
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder    Oymalitepe.Net Forum Ana Sayfası -> Tarihimiz ve Şehitlerimiz Tarihimiz ve Şehitlerimiz
Önceki Başlık :: Sonraki Başlık  
Yazar Mesaj

ZaKDaRiZa

Mareşal
<b>Mareşal</b>



Kayıt: Feb 15, 2008
Mesajlar: 1527
Nereden: Trabzon



MesajTarih: 11 Nisan 2008, Cuma 11:00:54    Mesaj Konusu: Çanakkale için bılmediklerimiz Alıntıyla Cevap Ver

Bunları biliyormuydunuz

İngilizlerin kendi ifadelerine göre mükemmel bir geri çekilme planı
yaptıklarını, hiçbir kayıp vermeden çekip gittiklerini, onların ifadesine
göre türklerin hiçbir şeyden haberinin olmadığını ama yine kendi
yalanlarını kendi kaynaklarından suratlarına tükürürcesine, ger çekilme
esnasında bizim siperlerden onların siperlerine üzerine kağıt sarılmış bir
taş fırlatıldığını, bu kağıtta düzgün bir İngilizceyle “gittiğinize
üzülüyoruz, süveyş kanalında görüşürüz” yazdığını bu olayın, geri
çekilmeden türklerin haberleri olduğunu ama artık savaşamayacak kadar yıpranmış olduklarını ispatladığını okuma yazma oranının yüzde beşlerde olduğu bir dönemde bizim çanakkale’ye hangi yetişmiş evlatlarımızı yolladığımızı ve memleketin en az 100 yılını bozuk para harcar gibi harcadığımızı

*************************************************************


gelibolu topraklarına çıkıp, marmara denizini görebilen sadece tek bir
İngiliz askeri olduğunu, bu askerin aslen İrlandalı olduğunu, türk askerini
şaşırtmak için gece kumsala tek başına çıkıp bir sürü meşale yakarak
çıkarma sanki oraya yapılıyormuş gibi bir kandırmaca yapmaya çalıştığını,
bu askerin daha sonra yolunu kaybederek yarımadanın çok içerisine kadar
girdiğini, daha sonra bir şekilde dönerek kurtulduğunu, bu olayın yıllar
sonra askeri günlükler okununca öğrenildiğini


-------------------------------------------------------------------------------


savaşta türk ordusunun tek bir pırpır uçağı olduğunu, bu uçağın arada
sırada askere moral vermek için uçtuğunu, bu uçağın tüm birliklerimizin sevgilisi olduğunu ve ona “tek kuyruk” adını taktıklarını

-----------------------------------------------------------------------------


savaşın özellikle sonlarına doğru ordunun istihkakları azalttığını, askere
günde sadece yarım ekmek verilebildiğini, bu ekmeğin de taş gibi kuru
olduğunu açlık içinde siperlerde yaşayan mehmetlerin ayakkabı köselelerini kaynatıp çorba niyetine içmeye çalıştıklarını eğer fedakarlık buysa bizim bildiğimiz hiçbir fedakarlığın fedakarlık olmadığını

----------------------------------------------------------------------------

medeniyetin öncüsü İngilizlerin beyaz bayrak sallayan türk askerlerini
kurşuna dizdiğini, esir askerlerimizi tahta barakalara doldurarak
diri diri yaktıklarını esir alınan aç türk esirlere maymunlara fıstık atar gibi yiyecek kırıntıları atarak eğlendiklerini türk askerinin savaşta silahsız düşman askerini öldürmediklerini hayretle gördüklerini, bu sayede çok sayıda İngiliz ve anzak’ın ölümden döndüğünü, bunlardan birinin sonraki yıllarda İngiltere genel kurmay başkanı olduğunu, bu adamların insanlık adına ne varsa çanakkale’de bizden öğrendiğini, savaşın sonlarına doğru az da olsa evcilleştiklerini, çanakkale ile yapılan her belgeselde bu temanın abartıyla işlendiğini, bu savaşın kendilerine de
büyük pay çıkararak ve yaşadıkları ağır yenilgiyi psikolojik olarak örtbas
etmek için yapılan son centilmen (!) savaş olduğunu utanmadan söylediklerini, türk kökenli yapılan belgesellerde inanılmaz bir İngiliz
yalakalığı yapıldığını, hiçbir belgeselde çanakkale’de yaşanan olayların
sansürsüz ve adam gibi anlatılmadığını
------------------------------------------------------------------------

İngiltere ve avustralya’nın aradan bu kadar yıl geçtikten sonra
gelibolu’nun küresel miras olduğunu ve uluslar arası toprak sayılmasını
istediklerini, kendi şehitliklerinin olduğu bölgelerin ise kendi toprakları
olarak kabul edilmesini istediklerini

----------------------------------------------------------------------


anzak günü olarak kutlanan 25 nisan’da tv’lerde anzak törenlerinin en ince
ayrıntısına kadar anlatıldığını, aynı gün yapılan bu memleketin gerçek
sahibi her görüşten türk gençlerin 20 bin kişilik yürüyüşünün ise türk
tv’leri tarafından sansürlendiğini, gösterilmediğini, atatürk’ün
çanakkale’de emperyalizme attığı tokat cezalandırılırcasına kendisinden
kerhen (zoraki) bahsedildiğini

-----------------------------------------------------------------------

çanakkale deniz zaferinin 91 anma yıldönümü olan 18 mart gecesi, biri
hariç hiçbir ulusal kanalın adam gibi bir yayın yapmadığını, bu kanalın
yayınladığı belgeselin ise prime time bitiminden sonra (24:00)
yayınlandığını diğer tv’lerin belgesel ya da tartışma programı yapmak
yerine magazin, eğlence, yarışma ve dizi film gösterimi yaptıklarını bu
konuyla ilgili yayın yapan diğer tv’lerin ise marjinal çizgiye sahip ulusal
ölçekli kanallar olduğunu gazetelerin ise
konuya lütfen değindiklerini

---------------------------------------------------------------------------


çanakkale savaşının sonuçları itibariyle hiçbir savaşla kıyaslanamayacak
kadar dünya’yı etkilediğini, bir çok ülkede politik gidişi etkilediğini,
özellikle rusya’da bolşevik devrimine yol açtığını yarım milyon cesedin
ise gelibolu’da toprağın kimyasını değiştirdiğini ve yeşillendirdiğini
hâlâ toprağın altında kemikler, boş mermi kovanları ve patlamamış top
mermileri çıktığını

--------------------------------------------------------------------


tarihin en büyük teknolojisine ulaşan ve teknolojiyle her şeyi
halledeceklerini zannedenlerin tarihin en büyük yenilgisini aldıklarını
göğüs göğüse hiçbir çarpışmayı kazanamadıklarını torunlarının güya
bundan ders çıkarıp şimdi uzun menzilli silahlar yaptıklarını, uzaktan
kumanda ile savaştıklarını, hiçbir uçaksavarın vuramayacağı yükseklikten
uçan ve bombalar atan uçaklar yaptıklarını, irak’ta bu silahlarını
denediklerini ne var ki göğüs göğüse çarpışmaya giriştiklerinde gene çuvalladıklarını, teknolojinin bir kere daha mağlup olduğunu

^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^

ayrılırken hırsını alamayan İngiliz ve avustralyalı askerlerin ölü türk
askerlerinin kafataslarını keserek ülkelerine götürdüklerini bu
yenilgiyi asla unutamayacaklarını, bir gün mutlaka buraya yeniden
geleceklerini biliyor muydunuz?bilmiyorduk tabi nereden bileceğiz
ki? ders kitaplarında yazmıyordu öğretmenlerimiz bahsetmediler gazeteler
yazmadı

ezineli yahya çavuş ve arkadaşlarının hepsinin orada şehit olduğunu bu
çarpışma ve şehadetin belki de savaşı kurtardığını, bu bölgeye çıkarma
yapıldığını haber alan diğer birliklerin bölgeye yetişmesi için gereken
zamanın kanla kazanıldığını

******************************************************


bir bölgeye çıkarma yapan 2000 kişilik İngiliz ve fransız bölüğünün o
bölgede bulunan selvi ağaçlarını türk birliği sandıklarını, hepsinin
kaçarak bölgeyi terk ettiklerini, bu olayın yıllar sonra kendi
raporlarından ve yazılı kaynaklarından öğrendiğimizi, kimsenin nasıl olup
ta 2000 kişinin aynı anda hayaller gördüğünü açıklayamadığını

**************************************************


tüm çıkarma harekatı boyunca İngilizlerin yılan gibi sinsice davranmaya
çalıştıklarını, başta anzak birlikleri olmak üzere diğer tüm sömürge
askerlerini hep kendilerine kalkan olarak kullandıklarını ölümün kesin
olduğu taarruzlarda öncü siper birlikleri olarak hep bu askerlerin kullanıldığını mel gibsOn’un gençlik yıllarında başrol oynadığı “gallipoli” adlı sinema filminde bu
konuya inceden göndermeler yapıldığını

**************************************************


İngilizlerin tüm savaş boyunca hata üstüne hata yaptıklarını, aptalca
kararlar aldıklarını, emir-komuta zincirlerinde sürekli kopukluklar
olduğunu, verilen önemli emirlerin asla yerine ulaşmadığını, kimden
geldiği belli olmayan emirlerle önemli stratejik hatalar yaptıklarını,
mevzi ve can kaybının bu nedenle çok artığını, İngiliz savaş kaynaklarında,
askerlerin anılarında ve araştırma eserlerinde bunun gibi yüzlerce olay
yaşandığını

*******************************************************


gelibolu siper savaşlarının tarihin gördüğü en acıklı savaş olduğunu,
on binlerce askerin savaştığı düşman askerini bir kere bile göremeden can
verdiğini, İngilizlerin tokat üstüne tokat yedikçe türk siperlerine kurşun
yağdırır gibi bombalar yağdırdıklarını, kolların bacakların havalarda uçtuğunu,
yerin altının ve üstünün sürekli yer değiştirdiğini, her defasına “tamam
bu sefer canlı türk bırakmadık” diyerek saldırıya geçtiklerini, her
defasında allah’tan başka sığınacak hiçbir şeyleri kalmamış mehmetlerin
kabus gibi tekrar tekrar karşılarına çıktığını

**********************************************


savaş istatistiklerine göre bir m2’ye 6000 mermi düştüğünü, bu oranın dünya
savaş tarihinin en yüksek oranı olduğunu havada iki merminin çarpışma
ihtimalinin 600 milyonda bir olduğunu, bu çarpışan mermilerden çanakkale’de
onlarca bulunduğunu savaş gazilerinin “cehennem diye bir yer vardır
biz orayı gördük” dediklerini

-------------------------------------------------------------------


galatasaray sultanisi (lisesi) öğrencilerinin okul sıralarını bırakarak
cepheye koştuklarını, 15-16 yaşlarındaki bu fidanların hepsinin tek bir
saldırıda İngiliz makinelisi ile biçildiğini, olayı
gören bir türk askerinin yıllarca ağzını bıçak açmadığını ve ne zaman
çanakkale’den bahsedilse hüngür hüngür ağladığını

*****************************************************

darü’l fünun’un tüm son sınıf öğrencileri şehit olduğu için o sene hiç mezun
vermediğini

**********************************************


gömülemeyen ölülerin on binleri bulduğunu, ortalığın kokundan ve sineklerden
geçilmediği, domuzun bile yaşamayacağı şartlarda askerlerin savaştığını,
ilk ateşkesin dostluk gösterisi değil, şartların her iki taraf için de
artık kaldırılamayacak kadar ağırlaştığı için zorunlu olarak alındığını
İki tarafın askerlerinin o gün arkadaşlık yaptıklarını, birbirlerine
cigara, yiyecek ve tespih, yüzük, rütbe gibi ufak tefek hediyeler
verdiklerini, bu manzarayı gören bir türk subayının “gören insanın
zalimleşeceğini, bir zaliminde insanlaşacağını” ifade ettiğini

******************************************************


ortalığı basan sinekler yüzünden hiçbir yiyecek maddesinin birkaç tane
sinek yutmadan yenilemeyeceğini, salgın hastalıkların da savaş kadar can
aldığını, bir İngiliz askerinin hasta arkadaşını büyük abdestini yapmak
için tuvalet çukuruna girerken gördüğünü, oradan çıkmayınca çukura
koştuğunu, hasta askerin bayılarak pisliklere batmış olduğunu,
arkadaşlarının ise onu yukarı çekemeyecek kadar güçsüz kalmış olduklarını,
bu hasta askerin kendi pisliğinde boğularak can verdiğini çanakkale
savaşlarına daha önce hiç bilinmeyen zeka ürünü hileler ve aldatmacalara
başvurulduğunu, türklerin soba borularından top bataryaları yaptığını ve bu
şaşırtmacanın işimize çok yaradığını, askerlerin tahta düzenekler yaparak
siperden hiç çıkmadan tüfek atışı yapabildiklerini, bomba fırlatan düzenekler yapıldığını, İngilizlerin türk topçusunu yanıltmak ve zaten az olan mühimmatı boşa harcatmak için tahtadan kocaman gemiler inşa edip yüzdürdüklerini toprağın altında bile savaş olduğunu, her iki tarafın tüneller açarak düşman siperlerinin altına kadar gelip patlayıcı yerleştirdiklerini, bu şekilde iki tarafın da çok kayıp verdiğini

*********************************************************

İkinci çıkarmadan önce İngilizlerin komutanlarını değiştirdiğini, yeni
gelen sopford’un emekli bir asker olduğunu, çıkarma yapıldıktan sonra uzun
zamandır gelibolu’da bulunan tüm subay kadrosunun şiddetli itirazlarına ve
“hemen şimdi saldırırsak türkleri arkadan çevirip bu işi bitiririz, bu
tepeler bomboş” önerilerine karşın büyük bir aptallık yaparak “yoldan
geldik yorgunuz bugün dinlenelim, yarın rahat rahat savaşırız” diyerek
askerlerine dinlenme emrini verdiğini, çıkarma yapan askerlerin bomboş
tepeler önünde gün boyu denize girerek eğlendiğini, mangal yaparak keyif
yaptığını

********************************************************


bu sırada çıkarmayı haber alan esat paşa’nın yarımadanın öbür ucunda
bulunan birliğe düşmanı karşılama emrini verdiğini, bu komutanın ise “askerlerim günlerdir uykusuz ve yorgun bu şartlar altında yarımadayı yürüyerek geçemeyiz” itirazını anında o subayı görevden alarak cevaplandırdığını, yerine anafartalar grup komutanı olarak mustafa kemal’i görevlendirdiğini, aç, yorgun ve sefil mehmetlerin mustafa kemal’in arkasından 20 saat yürüdüğünü, bu sırada İngiliz askerlerinin kıyıda mangal ve piknik yaparak dinlendiklerini, bu iki zıt ve mantıksız şartları yaşan birliklerin sabah güneşinde karşılaştıklarını, türk askerinin mermiyle, mermi bitince süngüyle ve daha sonra kendini uçurumdan aşağı atarak vatan toprağına yapılan son saldırıyı da durdurduğunu, conkbayırı’nın 24 saat içinde 7 kere el değiştirdiğini, bunun bir savaş değil, boğuşma olduğunu, sonunda İngilizlerin ne yaparlarsa yapsınlar bu işi başaramayacaklarını anladıklarını, İngilizlerin ve tüm işbirlikçilerinin bu işten vazgeçme kararı aldıklarını, çanakkale seferinin son direnişinin ileride vatanı bir kere daha kurtaracak ve cumhuriyeti kuracak olan genç liderimizi tüm dünyaya tanıttığını müslüman ülkelerde mustafa kemal’in kahraman ilan edildiğini, kartpostallarının ve posterlerinin kapış kapış satıldığını

*******************************************************


mustafa kemal’in anafartalar’da yaralandığını, kalbinin üstünde bulunan cep
saatinin parçalandığını ve şarapnel parçasının derine girmesini
engellediğini, bu yaranın aylarca kapanmadığını, mustafa kemal’in askerin
morali bozulmasın diye bu olayın tek şahidine sus emri verdiğini, daha
sonra liman paşa’ya parçalanan saatini hatıra olarak verdiğini ve liman
paşa’nın çok şaşırıp heyecanlandığını ve kendi altın köstekli cep saatini
mustafa kemal’e hediye ettiğini

******************************************************


çanakkale’de doktorların askerlerden daha çok yorulduğunu, binlerce
yaralıyla ilgilenmek zorunda kaldıklarını, ümitsiz vakalarla hiç ilgilenilmediğini ve kurtulma şansı olanlara öncelik verildiğini, bir türk doktorun önüne kendi oğlunun getirildiğini, “kurtulma şansı yok” diye oğlunu tedavi etmediğini, hemen bir sonraki yaralıyı istediğini, yaralılardan ancak ertesi gün başını alabildiğini ve o zaman oğlunun mezarına gidebildiğini

aç ve perişan halkın dişinden tırnağından artırarak devletine kazandırmak
istediği ve parası peşin ödenmiş iki savaş gemimize İngilizlerin göz göre
el koyduğunu, tüm ültimatomlarımıza rağmen paramızı geri ödemediklerini ve
bu gemilere daha sonra askerlerini doldurarak çanakkale’ye yolladıklarını
________________________________


enver paşa’nın alman hayranlığının bize 500 bin vatan evladına ve bir
imparatorluğun tasfiyesine neden olduğunu, almanlarla yapılan gizli
anlaşmanın kabinedeki bakanlardan bile gizlendiğini, aradan yüz yıl
geçmesine rağmen yabancı hayranlığı hastalığımızın geçmediğini, sadece
hayran olunanların değiştiğini

***********************************************************


sultan abdülhamid’in olayları kırk yıl önceden görerek çanakkale’deki
tabyaları güçlendirdiğini ve elden geçirdiğini, bazı yeni tabyaları inşa
ettirdiğini, o’nun yaptığı çalışmaların belki de savaşın seyrini değiştirdiğini

********************************************
İngilizlerin daha savaş ilan edilmeden seddülbahir’i bombaladıklarını ve 86 şehit verdiğimizi
**************************************************


avustralya’nın ve yeni zelanda’nın gençlerinin “avrupa’yı almanlardan
kurtarmak ve avrupa’nın özgür kalmasını sağlamak” propagandasıyla
toplandığını, bu gençlerin daha önce gelibolu denilen yerin adını bile
duymadıklarını

************************************************


İkinci çıkarma için savaşa giden bir avustralya askerine nereye gittiğini
soran bir yaşlı adama “türkler buraya gelip yerleşecekler, onları öldürmeye
gidiyoruz” dediğini, bu söz üzerine yaşlı adamın binlerce kilometrekarelik
çöle doğru baktığını ve “eee gelsinler ne olacak ki burada yer
çok” dediğini
________________________________


padişahın “cihad” ilanını duyan ve avustralya’da yaşayan iki zenci
müslümanın, türklerle savaşa giden birliğe ateş açtığını ve orada şehit edildiklerini, orada bulunan ve olayı yaşayan avustralyalıların bu olayın nedenini uzun süre anlayamadıklarını

*******************************************


İngiliz-fransız donanmasının gelibolu öncesi 200 yıldır hiç yenilmediğini,
dünyanın gelmiş geçmiş en iyi donanması olarak bilindiğini, bu donanmanın
bayraklarını gören türklerin topukları yağlayıp kaçacaklarını düşündüklerini, daha da trajik olanı bu düşünceye saplantı derecesinde inandıklarını

*********************************************


İngiliz-fransız donanmasının seksen parça gemiyle boğaza saldırdığını,
gemilerden birinin adının “agamemnon” olduğunu, agamemnon’un binlerce yıl
önce truva’ya saldıran yunan ordusunun kalleşçe yöntemler kullanan
komutanının adı olduğu

******************************************


agamemnon’un yaşadığı topraklarda doğmasına rağmen kanının son damlasına
kadar türk olan ve kendisini anadolulu hisseden mustafa kemal’in çanakkale
zaferi sonrası öldürülen truva kahramanını “hektor’un İntikamını aldık”
diyerek unutmadığımızı ve truvalıların bizim için ne anlama geldiğini en
güzel şekilde ifade ettiğini

********************************************


İngilizlerin sabah saatlerinde girdikleri boğazı ellerini kollarını
sallayarak, canlarının istediği her yeri bombalayarak geçebileceklerini
zannettiklerini, akşam beş çayını marmara denizinin ortasında içmeyi
planladıklarını, İstanbul üzerine bahisler
kurduklarını

*************************************************


Şair deyince insanların aklına terbiye, iman ve insanlık sahibi yüce
kişiliklerin geldiği (mehmet akif ersoy gibi), İngiliz şairlerin de –hem
de yüksek ideallerle- savaşa katıldığını, bu ideallerini günlüklerinde
“lokum ve halıları yağmalamak, ayasofya’nın çinilerini sökmek, İstanbul’un
en güzel lokantalarında balık yemek” olarak yazdıklarını

********************************************


yüzlerce yıl osmanlının ekmeğini yemiş olan ve osmanlıdan sadece saygı ve hoşgörü görmüş olan gayr-i müslimlerin, İngiliz-fransız donanmasının gelmekte olduğunu haber alınca İstanbul’da sevinç gösterileri yaptığını
________________________________


bu tehlikeli gelişmeler karşısında devleti yönetenlerin başkenti
eskişehir’e taşımayı düşündüğünü, hatta gerekli binaların ayarlandığını,
gitmesi için teklif götürülen devrik sultan abdülhamid’in bu teklife
şiddetle karşı çıktığını, “biz İstanbul’u alırken bizans İmparatoru kanının
son damlasına kadar savaştı ve öldü ben ondan daha mı az şerefliyim!
gelirlerse burada savaşır ve ölürüz” dediğini, bu sözler üzerine payitahtın
utandığını ve İstanbul’da kalmaya karar verdiğini, direkten dönen bu
düşüncesizliğin belki de askerimiz üzerinde korkunç bir moral çöküntü
yaratmış olabileceğini

------------------------------------------------------------------


osmanlı devletinin elinde sadece 26 deniz mayını kaldığını, nusret (yardım)
gemimizin kaptanının (tophaneli hakkı binbaşı ) mayınları nereye ve ne zaman
bırakması gerektiğini bir gece önce rüyasında bir yüce kişi tarafından
kendisine bildirildiğini, bu mayınların hiç akla gelmeyecek biçimde
ertuğrul koyunda kıyıya paralel olarak döküldüğünü, İngilizlerin boğazı
defalarca dikine kontrol etmelerine rağmen bu mayınları tespit
edemediklerini çünkü nusret’in bu mayınları son mayın kontrolünden sonra
sabaha karşı bıraktığını

----------------------------------------------------------------


donanma boğazı geçmeye başladığında düşük top menzilli fransız gemilerinin
taktik gereği tabyalarımızı şaşırtmak için öncü atışlar yaptıklarını daha
sonra arkalarından gelen uzun menzilli İngiliz gemilerine yol açmak için
kenara kaydıkları bu kayma esnasında kıyıya paralel yerleştirilen
mayınlara çarptıklarını, büyük bir panik yaşandığını, ortalığın
karıştığını, gemilerin birbirine girdiğini, 200 yıldır yenilmeyen dünyanın
en büyük donanmasının iki saatte dağıldığını türklerin batan düşman gemilerindeki savunmasız askerlere ateş etmeyi bıraktıklarını ve diğer gemilere ateş ettiklerini bunu gören İngiliz komutanlarının –muhtemelen kendileri
tersini yapmış olacakları için- olaya bir anlam veremediklerini her
fırsatta bize insan hakları, medeniyet, modernite tokatları patlatanların
o gün aldıkları bu insanlık dersi karşısında şok geçirdiklerini

**********************************************

edremitli seyit Onbaşının, topun ağzına mermi süren vinç tesisatı
bombardımanda kullanılamaz hale gelince “ya allah bismillah” diyerek üç
tane 275 kiuk mermiyi tek başına arka arkaya kaldırarak yatağa sürdüğünü
ve ateşlediğini, bu işlemi yapabilmesi için her defasına üç basamaklı metal
bir merdivenden çıkması gerektiğini, üçüncü atışta İngilizlerin “ocean”
zırhlısının dümenini parçaladığını, dümeni kırılan “ocean”ın sarhoş bir
serseri gibi mayınlara sürüklendiğini bir mayına çarparak havaya uçtuğunu ve yirmi dakika içinde battığını

***********************************************

bu olayın ertesinde bölük komutanının seyit Onbaşıyı çağırttığını, aynı
mermiyi kaldırmasını istediğini ancak seyit Onbaşının bunu
başaramadığını bunun üzerine komutanın “bu merminin tahtadan bir
maketini getirsinler, bu yiğidin fotoğrafını çeksinler” diye emir
verdiğini, bu fotoğrafın hepimizin çok iyi bildiği ve seyit Onbaşının
günümüze ulaşan tek fotoğrafı olduğunu

**************************************************


cumhuriyet kurulduktan çok sonra mustafa kemal’in edremit’i ziyareti
sırasında seyit Onbaşıyı sorduğunu ve kaymakam dahil kimsenin
bilmediğini kaymakamın seyit Onbaşı’yı mustafa kemal’in huzuruna
çıkarmadan önce kılığını beğenmeyip, tıraş ettirip takım elbise
giydirdiğini, bu olayın mustafa kemal’i derinden yaraladığını kaymakam
dahil orada bulunan herkesi azarladığını seyit Onbaşının ölene kadar ormancılık yaparak sefalet içinde perişan yaşadığını

-------------------------------------------------------------------------


nusret mayın gemisinin yakın zamana kadar mersin’de demirli olduğunu ve
ömrü dolduğu için jilet yapılmasının planlandığını, sırf bu ihtimalin bile
türk milleti adına yüz kızartıcı bir utanç levhası olarak kalacağını,
birkaç vatanseverin çırpınışıyla şimdilik bu olayın durdurulduğunu

-------------------------------------------------------------

İngilizlerin 18 mart faciasının suçlusu olarak mayın
taramacıları sorumlu tuttuğunu, hepsinin kurşuna dizdirildiğini, savaş bittikten yıllar sonra her iki ordu arşivleri açıklanıp gerçekler öğrenilince bu askerlerin
ailelerinden özür dilendiğini, tazminat ödendiğini, iade-i itibar
yapıldığını ve şerefli birer asker olarak öldüklerini ilan ettiklerini

*************************************************


İngiliz-fransız ortaklığının boğazı donanmayla geçemeyeceklerini anlayınca
onlara geçit vermeyen türk topçularını arkadan ele geçirerek temizlemek için çıkarma harekatı yapmaya karar verdiklerini, bunun için mısır’da piramitlerin dibinde, sömürgelerinden getirdikleri on binlerce askeri toplayıp “nasıl olsa orada
türklerle işimiz çok kolay olacak” diyerek bu askerlere baştan savma bir
eğitim verdiklerini, burada toplanan askerlerin 16 farklı ülkeden
geldiğini, aralarında müslümanların bile olduğunu, daha sonra bu askerlerin
savaş esnasında kandırıldıklarını anlayıp taraf değiştirdiklerini, burada
toplanan askerlerin büyük çoğunluğunun çapulcular gibi davrandığını, kahire
sokaklarında yapmadıkları rezilliğin kalmadığını

----------------------------------------------------------


mısırda toplanan askerlerin kayıtlarını tutan bir katibin sürekli
“australia and new zealand army company/ avustralya ve yeni zelanda ordu
birliği” yazmaktan sıkıldığını pratik bir çözüm olarak bu kelimelerin baş
harflerini alarak anzac kısaltmasını bulduğunu, bu kısaltmanın dünya tarihine geçtiğini

*************************************************


İngilizlerin çıkarma harekatını ellerine yüzlerine bulaştırdıklarını,
akıntı ve hava durumu dahil yaptıkları hiçbir hesabın tutmadığını,
aralıklarla çıkmaları gereken geniş kumsala değil, dar bir koya ve
kalabalık bir şekilde çıkmak zorunda kaldıklarını, karşılarında ise ezineli
yahya çavuş ve 62 kişilik takımı dışında hiçbir birliğimizin olmadığını

************************************************

türk ordusunun başındaki alman liman von sanders paşa’nın çıkarma beklenen
bölgeleri kasıtlı olarak yanlış hesapladığı, İngilizleri ve türkleri
olabildiğince birbirine kırdırarak İngilizlerin dikkatini bu bölgeye
çekmeyi, bu sayede avrupa’da savaşan alman askerlerinin karşısında daha
zayıf bir askeri güç olmasını ve alman birliklerini rahatlatmayı
amaçladığını, bu gizli hesabın her iki taraftan da 500 bin cana mal
olduğunu, bunun ispatlanamamış bir iddia olduğunu, tüm savaş boyunca liman paşanın hiçbir askeri tahmininin tutmadığını, aradan yüz yıl geçmesine rağmen bu şüphenin hala kafaları kemirdiğini

***********************************************
çanakkale savaşlarındaki en büyük askeri dehaların mustafa kemal ve esat
paşa olduğunu, düşmanın her hamlesini doğru tahmin ettiklerini, yaptıkları
kritik hamleler ve aldıkları cesur kararlarla savaşın seyrini
değiştirdiklerini, gelişen olaylar neticesinde askerlerinin de yüksek
güvenini ve hayranlıklarını kazandıklarını, bir işaretleriyle
emrindekilerin hiç düşünmeden ölüme koştuklarını İngiliz ve fransız
kurmaylarının bu kadar zor şartlarda çarpışan türk ordusunun bu kadar
akıllıca sevk ve idare edilebilmesine anlayamadıklarını, zaten onların tüm
savaş boyunca olan biten hiçbir şeyi anlayamadıklarını

________________________________


çıkarma beklenmediği için küçük bir takımdan başka hiçbir askeri birliğin
bulunmadığı koya çıkan 4000 İngiliz askerine yahya çavuş ve arkadaşlarının
eski tip piyade tüfekleriyle 18 saat boyunca karşı koyduğunu, mermi israfı
yapmamak için asla tek dolaşan hedeflere ateş edilmediğini, neredeyse
hiçbir mermi israfının yapılmadığını, adamların orada çakılı kaldığını, bir
santimetre ilerleyemediklerini, takım komutanlarının üstlerine
telsizlerinden verdikleri raporlarda karşılarında kalabalık bir makineli
tüfek (!) birliğinin bulunduğunu bildirdiklerini, dışarıdaki kıyımı gören
İngiliz askerlerinin çıkmak istemediklerini bunun üzerine komutanlarının
onlara arkalarında ateş ederek zorla savaşmaya gönderdiklerini havadan
savaşın seyrini takip etmekle görevli bir İngiliz pırpır uçağının pilotunun
kıyıdan 50 m kadar açığa kadar denizin kıpkırmızı kan ile dolduğunu
gördüğünü, bunun hayatında gördüğü en korkunç şey olduğunu söylediğini ve
muhtemelen aklını oynattığını

ZaKDaRiZa Ben insanlari beni sevsinler diye sevmedim <br> <br>
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSN Messenger

bozbey-Y

Bağımlı Üye
Bağımlı Üye



Kayıt: Feb 17, 2008
Mesajlar: 53




MesajTarih: 12 Nisan 2008, Cumartesi 21:23:30    Mesaj Konusu: Alıntıyla Cevap Ver

gonlune saglikkkkkkkkkkk dostttttttttttttttt
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder

LaZKoPaT

Bağımlı Üye
Bağımlı Üye



Kayıt: Feb 25, 2008
Mesajlar: 135
Nereden: Den Haag, NL



MesajTarih: 13 Nisan 2008, Pazar 22:24:11    Mesaj Konusu: Re: Alıntıyla Cevap Ver

Cok tesekkurler Halil Abi, cok duygu yuklu ve dusundurucu bir calisma.En vahim kismi ise medyayla ilgili kisim.Insanimizin buyuk bir cogunlugunun maalesef medya tarafindan "bilinclenmeyi" tercih ettigi hassas bu donemde, kimin cikarlari icin calistigi belli olmayan "medyamizin" ulusal degerlerimize degilde,halkimizin dikkatini yaniltmaya yonelik iceriklere yonelmesi, uzerinde kara kara dusunmemiz gereken, savastan daha vahim bir durumdur.Cok onemli olan diger bir nokta ise, okuma aliskanliginin cok dusuk duzeyde oldugu ulkemizde, okul kitaplarimizda bile yer verilmemesi bu buyuk degerlerimize.
Allah sonumuzu hayirli etsin.

Yardim almaya alisanlar, emir almayada alisir.
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-mail'i gönder

nesli

Platinyum Üye
Platinyum Üye



Kayıt: Sep 20, 2008
Mesajlar: 1498
Nereden: İstanbul



MesajTarih: 03 Aralık 2008, Çarşamba 03:20:17    Mesaj Konusu: Alıntıyla Cevap Ver

teşekkürler ZaKDaRiZa kırmızı gül kahramanlık destanımız Çanakkale Savaşlarına dair hepimizin bilmesi gereken bazıları acı, bazıları güzel olan bu bilgileri paylaştığın için... Ben de daha önce okuduğum bu konuyla ilgili bir yazıyı sizinle paylaşmak istiyorum.

Bu yasanms öyküyü aktaran, sayin Dr. Ömer Musolu 85 yasindadir ve halen İstanbul Moda'da oturmaktadir.

1957 yılında İstanbul Tıp Fakültesi`nden mezun olup ihtisas yapmak üzere ABD`ye gitmiştim. Görev yaptığım hastane de başımdan geçen ilginç bir hadise şöyledir:

Amerika`ya gittiğim ilk yıllar... New York`da Medikal Center Hospital`da görev almıştım. Fakat vazifem kan almak, kan vermek, serum takmak, elektrokardiyografi çekmek gibi isler...
Yeni gelmiş doktorlar hemen doğrudan hasta muayenesine, tedavisine verilmiyor. Diğer zamanlarda da laboratuarda çalışıyorum. Bir hastaya gittim. Yaşlıca bir adam, tahminen yetmiş beş yaşlarında
’kan vereceğim kolunuzu açar misiniz?’dedim.

Adamcağız kanserdi ve aynı zamanda kansızdı. Kolunu açtım, baktım pazusunda Türk bayrağı dövmesi var. Çok ilgimi çekti,kendisine sormadan edemedim:

’Siz Türk müsünüz?’
Kaşlarını yukarıya kaldırarak ’hayır’ manasına bir işaret yaptı. Ama ben hala merak ediyorum.

’Peki bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir?’
’Aldırma öylesine bir şey iste.’ dedi.
Ben yine ısrarla: ’Fakat benim için bu çok önemli, çünkü bu benim milletimin bayrağı, benim bayrağım...’ dedim..
Bu söz üzerine gözlerini açtı. Derin derin yüzüme baktı ve mırıltı halinde sordu:
’Siz Türk musunuz?’
-Evet Türk`üm.
İhtiyar gözlerime tanıdık bir göz arıyor gibi baktı. Anlatmaya başladı:
’Yıl 1915. Çanakkale diye bir yer var Türkiye`de. Orada savaşmak üzere bütün Hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı. Ben, Avustralya Anzaklarındandım. İngilizler bizi toplayıp dediler ki:

’Barbar Türkler Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karsı cephe açmış durumda. Birlik olup üzerlerine gideceğiz. Bu savaş çok önemlidir.’

Biz de inandık sözlerine ve savaşmak isteyenler arasına katıldık. Beynimizi yıkayan İngilizler Türklere karsı Topladığı askerlerin tamamını Çanakkale`ye sevk ediyormuş. Bizi gemilere doldurup Mısır`a getirdiler, orada birkaç ay talim gördük, sonra da bizi alıp Çanakkale`ye getirdiler.

Savaşın şiddetini ben ilk orada gördüm. Öyle ki denize düsen gülleler suları metrelerce yukarı fışkırtıyor, gökyüzünde havai fişekler geceyi gündüze çeviriyordu. Her taarruzda bizden de Türklerden de yüzlerce insan hayatının baharında can veriyordu. Fakat biz hepimiz Türkler deki gayret ve cesareti gördükçe şaşırıyorduk. Teknolojik yönden çok üstün olduğumuz gibi
sayı bakımından da fazlaydık. Peki onlara bu cesaret ve kuvveti veren şey neydi? İlk başlarda
zannediyordum ki İngilizlerin bize anlattığı gibi Türkler barbarlıktan böyle saldırıyorlar Meğer bu barbarlıktan değil yüreklerindeki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuş. Biz karaya çıktık. Taarruz edeceğiz, bizi püskürtüyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz, bizi yine püskürtüyorlar Tekrar taarruz ediyoruz... Derken böyle bir taarruzda başımdan yediğim
bir dipçik darbesiyle kendimden geçmişim. Gözlerimi açtığımda kendimi yabancı insanların arasında buldum.

Nasıl korktuğumu anlatamam. İngilizler bize Türkleri barbar, vahşi kimseler olarak tanıttı ya... Ama dikkat ettim, bana hiç de öfkeli bakmıyorlar, yaralarımı sarmışlar. İyice kendime gelince bu defa çantalarında bulunan yiyeceklerinden ikram ettiler bana. İyi biliyorum ki onların yiyecekleri çok çok azdı. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardı. Şok oldum doğrusu. Dedim ki kendi kendime:
’Bu adamlar isteseler beni su anda öldürürler ama öldürmüyorlar, beni doyuruyorlar. Veyahut isteseler önceden öldürebilirlerdi. Halbuki beni cephenin gerisine götürdüler.’

Biz esirlere misafir gibi davranıyorlardı. Bu duygularla`Yazıklar olsun bana` dedim. Böyle asil insanlarla ben niye savaşıyorum,niye savaşmaya gelmişim? Bu İngiliz milleti ne yalancıymış, ne kadar Türk düşmanıymış` diyerek pişman oldum. Ama bu pişmanlığım fayda etmiyor ki... Bu iyiliğe karşı ne yapsam diye düşündüm durdum günlerce. Nihayet bizi serbest bıraktılar. Memleketime döndüm. İşte memlekette Türk milletini ömür boyu unutmamak için koluma bu Türk bayrağı dövmesini yaptırdım. Bu bayrağın esrarı bu iste.’
Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti:

’Talihin cilvesine bakin ki o zaman ölmek üzereyken yaralarımı iyileştirerek sıhhate kavuşmama çaba sarf eden Türklerdi. Simdi de Amerika gibi bir yerde yıllar sonra yine iyileştirmeye çaba sarf eden bir Türk... Ne garip değil mi? Avustralya`dan Amerika`ya gelirken bir Türk ile böyle karsılaşacağımı hiç tahmin etmezdim. Siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız. Bizi hep kandırmışlar, buna bütün kalbimle inanıyorum.’
Bu sözlerin ardından nemli gözlerle ’Bana adınızı söyler misiniz?’dedi.
’Ömer’ cevabini verdim. Merakla tekrar sordu: ’Peki niçin Ömer ismini vermişler sana?’
-Babam Müslümanların ikinci halifesinin isminden ilham alarak bana Ömer adını vermiş.
-Senin adın Müslüman adı mı?
Ben, ’Evet, Müslüman adı.’ deyince yüzüme baktı, doğrulmak istedi. Onun yatakta oturmasına yardım ettim. Gözleri dolu doluydu. Yüzüme bakarak dedi ki:
’Senin adın güzelmiş. Benim adım şimdiye kadar Josef Miller` şimdiden sonra ’Anzaklı Ömer’ olsun.’ ’Olsun’ dedim.
-Peki hekim beni Müslüman eder misin? Müslüman olmak zor mu?
Şaşırdım, nasıl da birdenbire Müslüman olmaya Karar vermişti? Meğer o bunu hep düşünüyormuş da kimseyle konuşup soramadığı için gerçekleştirememiş.
’Tabii’ dedim. ’Müslüman olmak çok kolay.’ Sonra kendisine imanın ve İslam`ın şartlarını anlattım, kabul etti. Hem kelime-i Şahadet getiriyor, hem de ağlıyordu. Mırıldandı:
’Siz Müslümanlar tespih çekersiniz, bana da bir tesbih bulsan da ben de
yattığım yerden tesbih çekerek Tanrı`yı ansam olur mu?’
Bu sözden de anladım ki dedelerimiz savaş esnasında
Tanrı`yı zikretmeyi ihmal etmiyormuş. Sonrasında bir tespih bularak kendisine getirdim.
Hasta yatağında tespih çekiyor, biz de tedavisiyle ilgileniyorduk.Bir gün yanına gittiğimde samimi bir şekilde rica etti: ’Beni yalnız bırakma olur mu?’
-Ne gibi Ömer amca?
-Ara sıra gel de bana İslam`ı anlat! Sen çok güzel şeylerden bahsediyorsun. O sözleri duydukça kalbim ferahlıyor.
O günden sonra her gün yanına gittim, bildiğim kadarıyla dinimizi anlattım. Fakat günden güne eriyip tükeniyordu. Kaç gün geçti tam hatırlamıyorum, hastanenin genel hoparlöründen bir anons duydum: ’Doktor Ömer, lütfen, 217 numaralı odaya gelin!’
Hemen yukarı çıktım. Ömer amcanın odasına vardığımda gördüğüm manzara aynen şöyleydi: Sağ elinde tespih, açık duran sol kolunun pazusunda dövme Türk bayrağı, göğsünde imanıyla koskoca Anzaklı Ömer son anlarını yaşıyordu. Hemen başucuna oturdum, kendisine kelime-i şahadet söylettim, o şekilde kucağımda ruhunu teslim etti...

Ne yalan söyleyeyim ağladım, ağladım...


(Nakleden: KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf DENKTAS, Yeniçağ Gazetesi,01.08.2005 )

.......Rüzgar gibi geçti hayatımdan, adı ^^KaRaYeL^^ olan.......
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder

Tüm kadın aksesuar fırsatları için tıklayın !


Mesajları Göster:   
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder    Oymalitepe.Net Forum Ana Sayfası -> Tarihimiz ve Şehitlerimiz Tüm saatler GMT + 3 Saat
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Forum Seçin:  
Bu forumda yeni konular açamazsınız
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız

We request you retain the full copyright notice below including the link to www.phpbb.com. This not only gives respect to the large amount of time given freely by the developers but also helps build interest, traffic and use of phpBB 2.0. If you cannot (for good reason) retain the full copyright we request you at least leave in place the Powered by phpBB line, with phpBB linked to www.phpbb.com. If you refuse to include even this then support on our forums may be affected. The phpBB Group : 2002 // --> Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB Group
Forums ©
Copyright © 2008 Oymalitepe.Net & Site Kurulumu-Düzenleme: L@ZKaN - kuzeyinoglu - ^^KaRaYeL^^