Anasayfa | Fotograf Albümü |Forumumuz |Downloads | Hesabınız | Ziyaretçi Defteri|İletişim| Radyo

Oymalitepe.Net :: Başlığı Görüntüle - İÇ HASTALIKLARI
 SSSSSS   AramaArama   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için login olunÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için login olun   GirişGiriş 

İÇ HASTALIKLARI

 
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder    Oymalitepe.Net Forum Ana Sayfası -> Sağlık ve Tıp Sağlık ve Tıp
Önceki Başlık :: Sonraki Başlık  
Yazar Mesaj

ZaKDaRiZa

Mareşal
<b>Mareşal</b>



Kayıt: Feb 15, 2008
Mesajlar: 1527
Nereden: Trabzon



MesajTarih: 15 May 2008, Perşembe 11:31:25    Mesaj Konusu: İÇ HASTALIKLARI Alıntıyla Cevap Ver

İÇ HASTALIKLARI

Kesin nedeni Bilinmeyen bu hastalığın kesin tedavisi de yok. Birçok organımızı farklı etkiliyor ve ancak multidisipliner bir çalışmayla kontrol altına alınabiliyor..

Eski çağlardan beri var olduğu sanılan bir hastalıktır. Hipokrat tarafından Behçet Hastalığı na benzer bir tablo ateşli ve salgın hastalık olarak tanımlanmıştır. Tıp literatüründe bir Türk ismiyle tanımlanmış ve kabul görmüş bir hastalık olan Behçet Sendromu ilk kez 1937 yılında cilt hastalıkları profesörü olan Hulusi Behçet tarafından tanımlanmıştır. O dönemde tarif edilen üç olguda ağız, genital organ yaraları ve göz tutulumu vardı. Ancak günümüzde pek çok organ ve sistem tutulumu olduğu anlaşılmış ve klinik belirtilerin de çeşitliliği artmıştır.

Behçet hastalığının başlangıç yaşı genellikle 15-30 yaşları arasında olmaktadır.Ancak çocukluk yaşları ve 50 yaş üzerinde de görülebilmektedir.Genç ve erkek cinste daha şiddetli seyreden bir hastalıktır. Akdeniz kuşağında daha sık görüldüğü tarzında bir görüş vardır.Ayrıca HLA B51 isimli bir doku grubu taşıyan kişilerde daha ağır tablolara yol açabilmektedir.

Hastalık sistemleri tutan bir vaskülit yani damar iltihaplanması tablosudur. Bu hastalığa neyin ya d a nelerin neden olduğu ya da hastalığı başlattığı konusunda pek çok teori olmasına rağmen halen günümüzde kesin olarak neyin neden olduğu bilinmemektedir.Buradan da anlaşılabileceği gibi tedavinin de kesin sonucu olamayacaktır.

Belirtileri
--------------------------------------------------------------------------------

Behçet hastalığının belirtileri ağızda tekrarlayan yaraların (oral aft) yada hafif deri yakınmalarının olduğu silik klinik tablolardan, büyük damar vaskülitine kadar ağır tablolara dek değişiklik gösterebilir. Basitçe sıralamak gerekirse ; ağızda ülserasyonlar, genital bölgede ülserasyonlar,deri belirtileri, göz tutulumu, eklem tutulumu, toplar damar iltihaplanması(tromboflebit), nörolojik tutulum ve mide barsak sistemi tutulumu söz konusu olmaktadır.

Yukarıda sayılan belirtilerden oral aftlar hemen bütün hastalarda bulunan en sık görülen belirtidir. Genellikle yarım santimetreden küçük tekrarlayıcı tarzda ağrılı aftlardır. Büyük olanlar beslenme güçlüğüne yol açabilirler. Genital bölgede yer alan yaralar genellikle zımba ile delinmiş görüntüsü veren ülserlerdir.İyileşirken genellikle iz bırakırlar ve teşhis açısından oldukça yardımcı ve faydalı bir belirti oluştururlar.Hastalarda görülen deri lezyonlar çok çeşitli olabilmektedir.Bu belirtilerden birisi olmak üzere özellikle Türkiye,Japonya ve diğer Akdeniz ülkelerindeki hastalarda daha sık bulunan Paterji testi ismi verilen bir bulgudur.Bu testin pozitif oldu hastalarda steril bir enjeksiyon iğnesinin batırıldığı cilt alanında bir iltihaplı cilt bulgusu elde edilmektedir.

Göz tutulumu genellikle hastalığın başlangıcındaki ilk iki yıl içinde görülür.Gözün ön ve arka kısımlarını birlikte etkileyen bu tutulum hastaların %10-20 sinde körlüğe yol açmaktadır. Eklemlerden en çok diz ve ayak bileği ve el bileği hastalığa katılır.Eklem lerdeki iltihabi tablo birkaç günden birkaç haftaya dek uzayabilir.Ancak şekil bozukluğuna neden olmaz.

Toplar damar tutulumu hastaların neredeyse dörtte birinde görülmektedir.Hemen daima erkek hastalarda görülen bir tutulumdur. Atar damar tutulumu genellikle hastalığın geç dönemlerini tercih etmektedir.Anevrizma denen atar damar baloncuklanması ve damar tıkanması seklinde karşımıza çıkmaktadır .Anevrizmanın patlayarak ölüme neden olması söz konusu olabilmektedir.

Merkezi sinir sisteminin hastalığa yakalanması oranı çok yüksek olmamakla birlikte ciddi ölüm nedenlerindendir.Birçok bulgu ve belirtinin yanı sıra psikiyatrik klinik tablolarla da karşılaşılabilinmektedir.Mide barsak sisteminin hastalığa katılımı seyrek olmakla birlikte barsaklarda ülser oluşumu bilinmektedir.

Behçet sendromunu teşhis ettiren özel bir laboratuar bulgusu yoktur. Hekimin yukarıdaki klinik veriler ile birtakım laboratuar değerlerini birleştirip ayrıca uluslar arası çalışma gruplarınca sıralanmış bazı tanı kriterlerini göz önüne alarak kanaat oluşturması ile bu hastalığın varlığına karar verilebilmektedir. Hastalık tablosu zaman zaman iyileşmeler ve alevlenmelerle seyreden bir tablodur.Yaşın ilerlemesi ile iyilik hali zamanı uzar ve alevlenmeler azalır.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi hastalığın nedeni bilinmediği için kesin tedavisi de yoktur. Pek çok organ ve sistemi ilgilendirdiği görülen hastalığın tedavisinde de çok ayrı branşlardan hekimlerin tedavi katkısı olmaktadır. Böyle bir olguda hekimler arası işbirliği tedavinin başarısı ve hastanın sağlığı yönünden özel önem arz etmektedir. Zaten günümüzde Behçet sendromu mültidisipliner anlayış ile takip merkezlerince değerlendirilip tedavisine çalışılmaktadır.

--------------------------------------------------------------------------------
Doç.Dr. Sabahattin Gül - İç Hastalıkları Uzmanı - TÜRKİYE HASTANESİ

Hulusi Behçet Kimdir?
--------------------------------------------------------------------------------
Tanımladığı bir deri hastalığı, Behçet Hastalığı adıyla dünya tıp literatürüne geçen, deri ve zührevi hastalıklar uzmanı Ordinaryüs Profesör Hulusi Behçet geçirdiği kalp krizi sonucu 8 Mart 1948’de öldü. 1889’da İstanbul’da doğan Behçet, Tıbbiye’yi bitirdikten sonra,Gülhane Tıp Akademisi’nde, Kırklareli ve Edirne askeri hastanelerinde çalıştı. 1918’de konusuyla ilgili araştırmalar yapmak üzere önce Budapeşte’ye, ardından Berlin’e gitti. Yurda döndükten sonra bir süre serbest çalıştı. 1923’te Hasköy Zührevi Hastalıklar Hastanesi’ne başhekim olarak atandı; daha sonra Gureba Hastanesi’ne geçti. 1933 Üniversite Reformu’nda İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Deri Hastalıkları ve Frengi Kliniği profesörlüğüne getirildi. 1939’da ordinaryüs profesör oldu. O güne değin farklı uzmanlık dallarındaki bilim adamlarının değişik biçimlerde tanımladığı deri hastalığını, 25 yıllık bir araştırma sonucu tamamladı. Körlüğe yol açan bu hastalığa bir virüsün neden olduğunu saptadı. Yaptığı bilimsel araştırmaları yerli ve yabancı tıp dergilerinde yayımladı. 1947’de Cenevre’de toplanan Uluslararası Tıp Kongresi, hastalığa “Morbus Behçet” (Behçet Hastalığı) adını verdi. Şark çıbanı konusunda da araştırmalar yapan Behçet’in çok sayıda bilimsel yayını vardır.
[/img]

ZaKDaRiZa Ben insanlari beni sevsinler diye sevmedim <br> <br>
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSN Messenger

ZaKDaRiZa

Mareşal
<b>Mareşal</b>



Kayıt: Feb 15, 2008
Mesajlar: 1527
Nereden: Trabzon



MesajTarih: 15 May 2008, Perşembe 11:34:50    Mesaj Konusu: Alıntıyla Cevap Ver

Gastroözofagial Reflü Hastalığı

Yemek borusunun en sık görülen hastalıgı gastroözofagial reflü hastalığıdır(kısaca gör) mide içeriğinin yemek borusuna dogru geri kaçması hadisesine reflü denmektedir. ancak reflünün olması her zaman bize gör hastaılığı vardır dedirtmez. zira sağlıklı kişilerde de zaman zaman mide içeriği yemek borusuna doğru kaçmaktadır.

Hatta yapılan bazı araştırmalarda insanların % 25 inde ayda bir kez reflü olayının yaşandığı saptanmıştır. bu bilgilerin ışığında mide içeriğnin yemek borusuna kaçmakla burad a semptomatik, yani hastada şikayete neden olacak ve histolojik, yani hücre yapısınd a değişikliklere neden olacak şekline gör hastalığı denmektedir.

Teşhis Ve Belirtileri
--------------------------------------------------------------------------------
Gör şikayetleri olan hastaların yapılan endoskopik incelemelerinde yaklaşık % 30-70 oranında reflü özofajiti denen yemek borusunun iç dokusunun tahrişini gösteren endoskopik bulgular elde edilmiştir. bu kadar sık olan bir hastalığa karşın vakaların az bir kısmı bu nedenle hekime müracaat etmektedir. bizim ülkemizde bu hastalık sık görülmekte ancak hafif seyirli olmaktadır. gör hastalığının ilk belirtisi mide ve yemek borusu bölgesinde duyulan yanma hissidir.bu his genellikle yemek sonrası ortaya çıkar ,pozisyon değiştirmekle artar ve antiasit ilaçlara iyi cevap verir.

Diğer sık görülen belirti ağza asitli mide içeriğinin gelmesidir.ayrıca refleks olarak tükrük bezlerinden tuzlu bir salgı salgılanması d a söz konusu olmaktadır. ayrıca yutma güçlüğü agrılı yutkunma ve geğirme de hastaların şiakayetleri arasında yer almaktadır.

Gör hastalıgı sadece yemek borusunu degıl birden çok sistemi d e etkileyen bir hastalıktır. bu hastalarda; gögüs agrısı ,akciğere ait birtakım hasyalıklar ,sabahları ses kısıklıgı ve kalınlaşması, ses tellerı nodülü ,kronik öksürük ,nefe s kokusu gibi birtakım ek hastalık ve belirtile r görülebilmektedir.

Hastalık bu tip belirtileri ile kolaylaıkla teşhis edilebilmekle birlikte kilo kaybı , kansızlık , yutkunma bozukluğu gibi ciddi belirtilerle d e karşımıza cıkabilmektedir.

Hastalığın teşhisinde yemek borusu ve mide filmlerinin uygun şartlarda ve teknikle yapılması halinde yararlı katkıları olmaktadır.ancak endoskopik inceleme bunlar içinde en faydalı olanıdır. zira bu yolla yemek borusunun görüntülenmesinin yanı sıra biopsi alınması imkanı da söz konusudur.bu da tanının konmasında oldukça değerli ip uçları verecektir. bunun dışında asidin yemek borusu epiteline temasının acı oluşturup oluşturmadığını araştırmak ve yemek borusunun hareketlerini kontrol edildiği manometrik ölçümler ve radyoizotopik çalışamalar gibi tanı metodları da uygulana gelmektedir.

Tedavisi
--------------------------------------------------------------------------------
Gör hastalığı bu denli yaygın belirtilere neden olarak hastaların konforunu ciddi olarak etkilemektedir. tedavisindeki asıl amaç belirtileri kontrol etmek olacaktır. bunun için de mide içeriğinin yemek borusuna kaçışının engellenmesi,mide asidinin nötralize edilmesi ve yemek borusu alt uç sfinkterinin basıncının artırılması amaçlanır. öncelikle diyet ve yemek alışkanlığı üzerinde durulmalıdır.şişmanlar zayıflatılmalı ve karın içi basıncın azalmasına yardımcı olunmalıdır. ayrıca cok soguk cok sıcak gıda alımı engellenmeli,bir defada çok miktarda yemek yerine sık ve az yemelidir.sıkı kıyafetlerden kaçınılarak yüksek yastıkla yatma alışkanlığı edinilmelidir.yine yatmadan önce kasinlikle yemek ve meyve gibi aparatif alımı engellenmeli ve boş mide ile yatma sağlanmalıdır. bu koruyucu önlemler dışında hekimlerin hastalar ve hastalığın derecesine göre seçebilecekleri medikal ve cerrahi tedavi alternatifleri de söz konusudur.

Doç.Dr.Sebahattin Gül

ZaKDaRiZa Ben insanlari beni sevsinler diye sevmedim <br> <br>
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSN Messenger

ZaKDaRiZa

Mareşal
<b>Mareşal</b>



Kayıt: Feb 15, 2008
Mesajlar: 1527
Nereden: Trabzon



MesajTarih: 15 May 2008, Perşembe 11:39:55    Mesaj Konusu: Alıntıyla Cevap Ver

Mevsimsel Allerjik Hastalıklar

İlkbaharın gelmesi ile birlikte mevsimsel allerjik hastalıklarda artma başlar. İlkbaharda çiçeklerin açması, iklimin değişmesi, sıcakların yavaş yavaş yükselmesi, rüzgar ve yağmur, alınan gıdaların farklılaşması belli başlı etkenlerdir.İlkbaharda en fazla allerjik hastalık olarak mevsimsel allerjik rinit (nezle) ortaya çıkar.
Sabahları yorgun kalkma, yataktan kalkmanın isteksiz olması, uykusuzluk çekme, aksırık ve burun akıntısı, burunda kaşıntı ve burun tıkanıklığı belli başlı şikayetleri oluşturur.
Hastaların çoğunda göz yakınmaları da vardır. Gözlerde kaşınma ve batma, kızarıklık ve sulanma, ışıktan rahatsız olma gibi şikayetler oluşur. Ayrıca hastalarda geniz akıntısı ve boğazda kaşınma hissi mevcuttur. Zaman zaman boğazından kısa sesler çıkarır. Bazen öksürük de olabilir.


Allerjik nezleli kişilere dikkatlice baktığınızda burun yanları kızarmış, burun üstünde hafif bir çizgi oluşmuş, göz altlarında koyuluk oluşmuş, dudakları kurumuş ve boğazında hiperemi (kırmızılık) dikkati çeker.

Hastalar elleriyle devamlı burnunu oynar ve gözlerini ovuştururlar. Bazen dişlerini fırçalarken kanama olur. Burun delikleri tıkalı, konkalar hiperemik olduğu için burundan rahat derin alamazlar. Devamlı ağızlarından soluduklarından boğazları hiperemik ve diş etleri hassastır. İlkbaharla birlikte gıda allerjileri, böcek allerjileri de görülebilir. Bunlar genellikle kaşıntı, kabartı ve şişme şeklinde ortaya çıkar. Dudakların ve göz kapaklarının şişmesi, bazen de boğazda kuruluk ve şişme olması tehlikeli olabilir.

Allerji, şahsın dışardan aldığı bir maddeye karşı değişik bir reaksiyon vermesidir. Bu maddelere allerjen denir. Allerjenler; çayır, ot ve ağaç polenleri, gıdalar, küf mantarları, boyalı ve kimyasal katkı maddeleri, kozmetikler, ev tozunda bulunan “mite”lardır.

Ayrıca hayvansal allerjenler (yün, kıl, tüy, deri döküntüleri v.s.) de çok etkili antijenlerdir. Bu antejenler solunum yoluyla, ağız yoluyla ve deriden alınarak vücuda girerler. Genetik olarak yatkın ve allerjik kişiler (atopik)’de hastalık oluştururlar. Anne veya baba allerjik ise çocukta allerjik hastalık oluşma oranı % 30, hem anne, hem baba allerjik ise bu oran % 50’dir. Allerjik hastalıkların tedavisinden çok bu hastalıkların önlenmesi ve koruyucu tedavi daha önemlidir. Allerjik hastalık ortaya çıkma riski olan çocuklara katkı maddeli yiyecekler verilmemelidir.

Türkiye’de 3000 çeşit katkı maddesi yiyeceklere katılmaktadır. Meyve suları, kola, boyalı şeker, boyalı süt ve yoğurt, sakız- çiklet, dondurma v.s. bunlardan bazılarıdır. Yün yastık, yün yorgan, yün battaniye, kuş tüyü yastık kullanılmamalıdır. Evde kedi, köpek ve kuş bulundurulmamalıdır. Bodrum kat, güneş görmeyen evler, küf mantarı yönünden önemlidir. Deodorant, parfüm, sigara dumanı, oda kokuları kullanılmamalıdır. Memleketimiz için en önemli konu sigara dumanıdır. Ev içinde (balkon, tuvalet ve banyo dahil) kesinlikle sigara içilmemeli ve sigara kokusu sinmiş elbise ile eve girilmemelidir.

Polen allerjisi olanlar, polenlerin yoğun olduğu bölgelere (piknik, yazlık v.s) gitmemeli, rüzgarlı havalarda dışarı çıkmamalı, böyle havalarda pencereleri açarak havalandırma yapmamalıdır. Gerekirse hastalar maske takmalıdır. Allerjik rinit (nezle)’li hastaların yaklaşık dörtte birinde ilerde astım ortaya çıkmaktadır. Şayet astımlı kişilerde polen allerjisi daha baskın ise bu kişiler ilkbaharın gelmesi ile daha çok hastalanırlar.

Allerjik hastalıkların tedavisinde üç ana konu önemlidir; Koruyucu tedavi, ilaç tedavisi, aşı tedavisi (İmmünoterapi) koruyucu tedaviden yukarı bahsettik. İlaç tedavisi olarak Allerjik nezle ve Allerjik göz nezlesinde anti – Allerjik ilaçlar, astımda nefes açıcı ve Bronş yollarını tedavi edici ilaçlar, kurdeşen ve ilaç allerjilerinde Anti- Allerjik ilaçlar verilmektedir. Aşı tedavisi (İmmünoterapi) laboratuvar ve deri testi ile allerjik olduğu tespit edilen, koruyucu ve ilaç tedavisinden yeteri kadar fayda görmeyen, genç, genç erişkin ve çocuklarda uygulanmakta olup ilaç kullanımı azaltmaktadır. Seçilmiş hastalarda iyi sonuçlar alınmaktadır.

Prof.Dr.Recep AYDİLEK Allerji ve Göğüs Hast Uzm.

ZaKDaRiZa Ben insanlari beni sevsinler diye sevmedim <br> <br>
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSN Messenger

ZaKDaRiZa

Mareşal
<b>Mareşal</b>



Kayıt: Feb 15, 2008
Mesajlar: 1527
Nereden: Trabzon



MesajTarih: 15 May 2008, Perşembe 11:45:30    Mesaj Konusu: Alıntıyla Cevap Ver

Bronşial Astım

Bronşial astım; hışırtılı solunum, nefes darlığı krizleri, kuru öksürük ve balgam çıkarmada zorluk yakınmaları ile karakterize bir solunum yolu hastalığıdır. Çocuklarda ve genç erişkinlerde çok görülür. Ancak, 2 ile 50 yaş arasında her yaş gurubunda karşımıza çıkabilir.
Çocuklarda bronşial astımın tüm özellikleri görüldüğü halde, yaş ilerledikçe, akciğerin diğer hastalıkları ile beraber olduğu için, astımın belirtileri değişik olabilir.

Astımın püberteden önce erkek çocuklarda, püberteden sonra ise kızlarda ve kadınlarda daha fazla görülür. 2 yaşına kadar görülen solunum yakınmalarına (göğüste hışırtı, öksürük nöbetleri vs.) astım denmemelidir. Virütik nedenlerle astımı taklit eden solunum yakınmaları görülebilir. Özellikle erkek çocuklarda püberte ile birlikte astım yakınmaları ortadan kalkabilir.

Bronşial astım, kalıtımsal bir hastalıktır. Anne ve babanın astımlı olması çocuklarda bu hastalığın görülmesi riskini artırır. Sadece ebeveynlerden birinin astımlı olması da, çocuklarda görülebileceğini düşündürmelidir. Ancak, çevresel faktörler de bu olasılığı arttırmaktadır. Mesela, Türkiye’de Karadeniz bölgesi gibi, rutubetli bölgelerde daha çok astım olgusu ortaya çıkmaktadır. Aynı şekilde hava kirliliği, stresli ortamlar, sık sık üst solunum yolu enfeksiyonu geçirmek, sigara yoğunluğu, yüksek ortamlarda çalışmak, astımın ortaya çıkmasını sağlayabilir.

Bronşial astımın tanısını
-------------------------------------------------------------------------------
Bronşial astımın tanısını koymadan önce, hastayı çok iyi dinlemek ve muayene etmek gerekir. Klinik ve laboratuar testler,solunum fonksiyon testleri, gerekirse alerji testleri tanıyı tamamlayıcı unsurlardır. Yavaş yavaş veya aniden başlayan bir nefes darlığı, göğüste hışırtı hissedilmesi özellikle nefes verirken zorluk duyulması, gece saat 2 ile 6 arası uykuda nefes darlığı ile uyanması ya da öksürmesi, balgam çıkarmada zorluk hissetmesi ya da güçlükle yapışkan, çok az miktarda balgam çıkarması, çocuklarda bu esnada kusma olması, yorgunluk hali, terleme ve baş ağrısı, sırt ağrıları gibi yakınmalar bize astım tanısı düşündürebilir.

Bronşial astım;

alerjik,
nonalerjik,
miks tip,
egzersize bağlı,
ilaçlara bağlı ve
mesleksel olarak sınıflandırılabilir.

Alerjik astım, çocuklarda ve genç erişkinlerde görülen, hastalığı oluşturan nedenlerin genellikle alerjenlerin olduğu ve hastanın kendisinin de allerjik bir bünyeye sahip olduğu durumlarda ortaya çıkan bir astım çeşididir. İlaçlara bağlı astım, özellikle aspirin ve benzeri ilaçlarla oluşur. Bu nedenle hastalara ağrı kesici ilaçlar, boyalı yiyecek ve içecekler, katkı maddeli yiyecekler yasaklanır. Her astımlı egzersizden etkilenmekle birlikte, bazıları daha çok etkilenmektedir. Egzersiz testleri ile bu durum ortaya çıkartılabilir. Bazı mesleklerde (kuaför, seyisler, oto boyacıları vs.) çalışanlarda, belli zamanlarda, astım krizleri meslekle ilgili olarak ortaya çıkmaktadır. Hafta sonları hastanın yakınmaları genellikle yoktur. İşe başlayınca astım belirtileri görülür. Bazı astımlarda ise her türlü neden astım oluşturulabilmekte ve belirli bir neden ağırlık kazanmaktadır. (miks tip).

Bronşial astım ile üst solunum yolu hastalıkları, özellikle alerjik rinit ve sinüzit birlikte görülebilmektedir. Bu tür hastalıklar, astımda, tetik mekanizmasını üstlenmekte, önce üst solunum yolu yakınması olan hasta, birkaç gün sonra astım atağı ile karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle astımlı hastalarda, rinit ve sinüzit tedavisi çok iyi yapılmalı ve kulak burun boğaz uzmanları ile iş birliği halinde bulunulmalıdır. Ayrıca, yıllarca allerjik rinit yakınmaları olan hastalarda zamanla bronşial astım gelişebilmektedir.

Bronşial astımlı bir kadının hamile kalmasında hiçbiri sakınca yoktur. Ancak ileri derecede ağır ve inatçı astımlarda bu durum tekrar değerlendirilmelidir. Hamile kalan astımlıların bir bölümünün, hamilelik süresince yakınmaları azalabilmektedir. Bazen de bu yakınmalar daha da şiddetlenebilmektedir. Doktoru ile yakın temasta bulunulması, dokuz ay süre ile tedavinin sürdürülebilmesi en iyi yaklaşım şekli olacaktır.
Bronşial astımlıyı etkileyen irritan maddelerin başında sigara gelir. Hasta bizzat sigara içiyorsa durum daha da kötüdür. Astımlıların bulunduğu ortamda, evde ve iş yerlerinde hiç sigara içilmemelidir. Ayrıca kokulu maddeler, ev tozu, hayvan tüyleri, yemek kokuları gibi irritanlardan uzak durulmalıdır.

Tedavi
--------------------------------------------------------------------------------
Bronşial astımlıların tanısı kesinleştikten sonra, tedavisi, her hastaya göre, bilimsel bir şekilde ele alınmalıdır. Bunların başında eliminasyon gelir. Koruyucu tedavi denilen bu durum, tedavinin can alıcı noktasıdır. Hasta bunun için çok iyi eğitilmelidir. Hastalığı hakkında herşeyi bilmeli, nelerde korunacağı ve nelere dikkat edeceği anlatılmalıdır. Ev tozu, irritan maddeler, sigara, boyalı maddeler, soğuk ve rüzgar, ağrı kesici ilaçlar, çeşitli meşrubatlar, kuruyemiş, çeşitli stresler, aşırı yorgunluk gripal, kedi, köpek ve kuş tüyü gibi etkenlerde korunmalıdır. Hasta bol su içmeli, erişkinlerde su miktarı günlük iki litreyi bulmalıdır. Ağır sporlardan ve eforlardan kaçınmalıdır. İlaçların dozlarını, isimlerini, nerede ve ne zaman kullanacağını iyice öğrenmelidir.çocukların ise anne ve babaları bu işleri üstlenmelidir.

İlaç Tedavisi
--------------------------------------------------------------------------------
Tedavinin ikinci aşaması ilaç tedavisidir. Bunun için piyasada çeşitli bronkodilatatör ilaçlar vardır. Özellikle inhalasyon şeklinde olanlar tercih edilmelidir. Öksürük şurupları yerine bol sıvı alınması önerilmeli, gerektiğinde antibiyotik verilmelidir.

Bronşial astımlıların yakınmaları olmadığı dönemlerde yakınmaların ortaya çıkmaması ve önlenmesi için koruyucu ilaçlar kullanılabilir. Bunlardan ketotifen, lokal kortikosteroidler ve sodyum kromogligat bilinenleridir. Bronşial astım tedavisinde aşı tedavisi (immunoterapi) nispeten az yer işgal eder. Hasta çocuk yada genç erişkin, allerjik bünyeye sahip, diğer tedavilerden fayda görmemiş ve hastalığı hafif ya da ağır şiddette seyrediyorsa aşı tedavisi önerilebilir. Ancak bu tedavi esnasında da koruyucu tedaviler ile gerekirse ilaç tedavisi bırakılmamalıdır. Hasta aşı tedavisinde faydalansa bile, en fazla 3-5 yıl bu tedavi sürdürülebilir.
Bronşial astım kalp hastalıkları, depresyon hali, dispeptik yakınmalar, gastroözofagal reflüks, obesite, larenkste oluşan darlıklar, bronşiyolit, kistik fibrozis, amfizem, kronik bronşit, anemi, rahat nefes almayı kısıtlayan göğüs kafesi hastalıkları, akciğer fibrorozisi, allerjik bronkopulmoner aspejilelosiz vs. gibi daha birçok hastalıkla karşılanabilir.

Sonuç olarak bronşial astım, bir hastalıktan ziyade çok yönlü bir sendrom olarak karşımıza çıkmakta, özellikle çocuklar ve genç erişkinlerin bir problemi olarak, hastaya bizzat özel tedavi uygulanması ile, daha çok yardımcı olunabilen bir problem olarak belirtmektedir.

Prof. Dr. Recep Aydilek
Türkiye Hastanesi Göğüs Hastalıkları ve Alerji Bölümü

ZaKDaRiZa Ben insanlari beni sevsinler diye sevmedim <br> <br>
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSN Messenger

ZaKDaRiZa

Mareşal
<b>Mareşal</b>



Kayıt: Feb 15, 2008
Mesajlar: 1527
Nereden: Trabzon



MesajTarih: 15 May 2008, Perşembe 11:48:05    Mesaj Konusu: Alıntıyla Cevap Ver

Şeker Hastalığı Her Yaşta Görülebilir...

Yaygın bir hastalık; ama, tedavisi mümkün. Diyabetin olumsuz etkilerinden korunmak için, diyabetle yaşamayı öğrenmek gerekiyor. Tıpkı, düşmanını yenebilmek için onu iyi tanımak gerektiği gibi.

Şeker hastalığı, kan şekerini düzenlemekle görevli mekanizmaların aksaması ile ortaya çıkan bir durum olarak tanımlanıyor. Dünyada çok sık görülen bir sağlık sorunu olan şeker hastalığı ya da bilimsel adıyla diyabetle ilgili olarak Türkiye Hastanesi iç hastalıkları uzmanı Dr. Ahmet Faruk Yağcı, şu bilgileri veriyor:
“Kan şekeri düzenlenmesindeki bozukluk, pankreastan salınan insülin hormonunun yetersiz olması ile yahut dokuların insüline duyarsızlaşması ile olabilir. İnsülin miktarının yetersizliğiyle ortaya çıkan bozukluk, genellikle genç yaşta görülüyor. Bunlar insüline bağımlı hastalar olarak sürdürüyorlar yaşamlarını. Doku direncinin fazla olmasıyla ortaya çıkan durum ise ileri yaşlarda ve genellikle şişman kişilerde görülüyor.”

Belirtileri Neler?
--------------------------------------------------------------------------------
Her yaşta görülebilen bir sağlık sorunu olarak karşımıza çıkan diyabet, hekim muayenesiyle kolayca tespit edilebiliyor. Ayrıca, bazı belirtiler de kişiler için uyarı sayılıyor. Dr. Yağcı, diyabetin tespitiyle ilgili olarak şunları söylüyor:
“Hastalığın tespiti öncelikle hastaların şikayetlerini bir hekimin dinlemesi ve diyabeti tahmin etmesi ile olur. Çocukluk çağında aşırı su içme, şekere düşkünlük, aşırı zayıflama aileyi uyarmalı ve hekime başvurmalıdır. İleri yaşlarda da aynı belirtiler önemli olsa da bunlar olmadan da şekeri yükselmiş olan kilolu diyabetikler vardır.”

Şeker hastalığının en önemli nedenlerinden birini de kalıtım oluşturuyor. Aile büyükleri arasında şeker hastası olanlar risk grubunda sayılıyor. Ancak, ailesinde şeker hastası olmayanlarda da görülebiliyor.

Ne Yapmalı?
--------------------------------------------------------------------------------
Böylesine geniş bir yelpazede ortaya çıkabilen diyabet riskini azaltmak için Dr. Yağcı şu tavsiyelerde bulunuyor:
“Ailesinde diyabetli kimse olanların perhize ve kiloya dikkat etmeleri çok önem taşıyor. Bu sayede hastalığın ortaya çıkma yaşı geciktirilebilir. Tersine ailesinde diyabet olanlar, erken yaşta kilo alırlarsa, yaşamlarına özen göstermezlerse, çok genç yaşta diyabete yakalanabilirler.”

Şeker hastalığı hangi yaşta olursa olsun, tedavisi mümkün bir hastalık olarak kabul ediliyor. Tedavide izlenecek yöntemin belirlenmesi bir takım tahlillerle mümkün oluyor. Dr. Ahmet Faruk Yağcı, bu konuda şunları söylüyor:
“Öncelikle hastalığın insüline bağımlı diyabet olup olmadığı tesbit edilir; yaşa, kiloya ve insülin ihtiyacına göre tedavi ve diyet düzenlenir. Bazı vakalarda açlık kan şekeri normal olmasına rağmen yemek sonrası ve şeker yüklemede yükseklik ortaya çıkarsa, buna hatalı olarak gizli şeker denmektedir. Diyetten çok fayda gören bir durumdur.”

Dr. Yağcı’nın verdiği bilgilere göre, diyabeti ortaya çıkaran çeşitli etkenler arasında yaşın da önemli yeri bulunuyor. Yaşla birlikte şeker hastalığının görülme sıklığı artıyor. Menopoz sonrası şişman bayanlarda hipertansiyonla beraber en sık görülen durum, diyabettir. Bu da yaşa bağlı şeker hastalığının en belirgin örneklerinden biri sayılıyor.

Tedavinin Temeli
--------------------------------------------------------------------------------
Diyabetin tedavi edilebilirliği bir yaşam kültürü oluşmasını sağlıyor. Bir bakıma tedavinin temelini “diyabetle yaşamayı öğrenmek” oluşturuyor.
Türkiye Hastanesi iç hastalıkları uzmanlarından Dr. Ahmet Faruk Yağcı, diyabetli hastalara mahsus yaşam biçimini şöyle anlatıyor:
“Hastalıkla baş etmede temel sorun beslenmedir. Gıdasını ölçülü almalıdır. Kalori miktarı hesaplanarak verilmiş, boya, kiloya uygun bir diyet tedavideki ana basamaktır. Hasta ideal kilosuna göre zayıfsa, kilo alacak, şişman ise kilo verecek şekilde diyet düzenlenir. Hastalık, fazlaca cinsiyet seçmemesine rağmen göreceli olarak kadınlarda daha sıktır. Diyabetli kimse, birçok hareketini ayarlı olarak yapması gereken, diyet ve tedavi kaidelerine uyması çok önemli olan bir kişidir. Aşırı efor sarf etmekten de hareketsiz kalmaktan da kaçınılması gerekir. Gerekli tedavi ve diyet tedbirleri alındıktan sonra normale yakın bir hayat sürmek mümkündür.”

Diyabet kültürü yaşamı kolaylaştırıyor. Buna karşılık kontrol edilemeyen diyabet de yaşamı zehir edebiliyor. Dr. Yağcı, kontrolü iyi yapılmamış diyabetli kişilerde damar ve sinir uçları ile alakalı rahatsızlıkların, hayatı birinci derecede etkileyen durumlar olarak ortaya çıktığını belirtiyor. Özellikle ayaklarda sık olan enfeksiyonlar, böbrek ve kalp damarlarındaki bozukluklara bağlı yetersizlik halleri, göz damarlarındaki bozulmalar ve körlüğe varabilen durumlar diyabetin yol açabileceği problemler arasında sayılıyor.

ZaKDaRiZa Ben insanlari beni sevsinler diye sevmedim <br> <br>
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSN Messenger

ZaKDaRiZa

Mareşal
<b>Mareşal</b>



Kayıt: Feb 15, 2008
Mesajlar: 1527
Nereden: Trabzon



MesajTarih: 15 May 2008, Perşembe 11:54:39    Mesaj Konusu: Alıntıyla Cevap Ver

Safra Kesesi Taşı

Belirtileri başka hastalıkları akla getiriyor. Zamanında önlem alınmazsa, ölüme varan ağır sonuçlar doğuruyor. Bu dertten kurtulmak,en çok 15 dakika süren bir operasyonla mümkün olabiliyor.

Erkeklere oranla kadınlarda daha sık görülen safra kesesi taşı, tıp literatüründe hem en tehlikeli hem de tedavisi en kolay ve kesin hastalıklardan biri sayılıyor.
Belirtileri başka hastalıkların belirtilerine benzediği için sinsi bir özellik taşıyan safra kesesi taşı, aslında hiçbir belirti vermese bile kolaylıkla teşhis edilebiliyor. Bu önemli sağlık sorunuyla ilgili olarak Türkiye Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü uzmanlarından Prof. Dr. Hasan Taşçı ile Opr. Dr. Cavit Hamzaoğlu, şu bilgileri veriyorlar:
“Karaciğerin salgıladığı safrada kolesterol çok yoğun olursa kolesterol taşları oluşur. Siroz, safra göllenmesi (mesela safra kesesi tembelliği) ve bazı kan hastalıkları da safra kesesi taşları yapıyor. Toplumdaki her 8-10 kadından birinde safra kesesi taşı bulunuyor. Erkeklerde kadınlara oranla daha nadir oluşuyor. Fakat, erkeklerde, taşa bağlı komplikasyon dediğimiz yan etkiler daha ciddi oluyor.”

Nasıl Belirti Verir?
--------------------------------------------------------------------------------
Safra kesesi taşları, basit hazımsızlık şikayetlerine neden oluyor. Ayrıca şişkinlik, ekşime, yanma, bulantı ve karın üst kısımlarında ağrı gibi belirtiler veriyor. Prof. Dr. Taşçı ve Opr. Dr. Hamzaoğlu, bu konuda “Çoğu zaman bu belirtiler, gastrit ya da ülser gibi yorumlanabilir” diyor ve şunları ekliyorlar:
“Bazen hastalarda sırta ve sağ omuza vuran ağrılar olabilir. Bu durum adale ve sırt ağrısı olarak yorumlanıp fizik tedavi uygulanabilir.Eskiden bu tür şikayetlere safra kesesi romatizması denirdi. Safra kesesi ile kalp arasında var olan bir refleks nedeniyle kalp çarpıntıları ve göğüste ağrı görülür. Bu da eskiden safra kesesi kalbi olarak tanımlanırdı. Bu tür şikayeti olanlara, kalp hastalığı bazen de enfarktüs zannıyla anjiografiye kadar giden kalple ilgili tetkikler yapılırdı. Oysa bu hastalardaki belirtilerin nedenleri safra kesesindedir. Safra kesesi alındığında bu şikayetler kaybolur. Burada asıl yapılması gereken, safra kesesi taşlarının komplikasyon yapmadan teşhis edilmesi ve tedavilerinin yapılmasıdır.”
Başka hastalıklar çağrıştıran belirtilerin ortaya çıkmasını beklemeden safra kesesi taşları tespit edilebiliyor. Türkiye Hastanesi uzmanları, bununla ilgili olarak, “günümüzdeki teknik olanaklarla safra kesesi taşlarının teşhisi çok kolay yapılmaktadır. Ultrasonografi dediğimiz görüntüleme yöntemi ile, safra kesesi hakkında yeterli ve doğru bilgi edinilmektedir” diyorlar.

Safra Kesesi Taşı Nelere Sebep Olur? --------------------------------------------------------------------------------
Teşhisi son derece basit olan safra kesesi taşları, ihmal edilmesi halinde ölümle sonuçlanan sağlık sorunlarına yol açıyor. Safra kesesi taşlarının komplikasyonları konusunda Prof. Dr. Taşçı ve Dr. Hamzaoğlu, şunları söylüyorlar:
“Tedavi edilmeyen taşlı safra keselerinin istenmeyen etkilerinden birkaçını şöyle sıralayabiliriz:

Safra kesesinin akut iltihabı ve delinmesi sonucu safranın karın boşluğuna dökülmesi.
Safra kesesindeki küçük taşların ana safra kanalına kaçıp burayı tıkaması ve sarılık, ateş, titremelerle seyreden tablonun ortaya çıkması.
Küçük taşların pankreas bezinin kanalını tıkaması ve pankreatit dediğimiz tablonun ortaya çıkması.
Uzun süreli safra taşlarının irritasyonuna bağlı safra kesesi kanseri gelişmesi.
Bu tablolar tedavi edilmedikleri takdirde mutlaka ölümle sonuçlanan durumlardır. Bizim tavsiyemiz ve amacımız bu tablolar ortaya çıkmadan erken tedavinin yapılmasıdır. Safra kesesi taşları olup hiçbir şikaye olmadığını söyleyen, hatta, yıllarca ‘benim taşım var, ama, bir şikayetim yok’ diyen hastalar, ölümü göze alarak yaşıyorlar demektir. Herhangi bir şikayete yol açmasa da cerrahi tedavinin mutlaka gerekli olduğu tüm dünyada kabul edilmektedir. Ayrıca, ameliyatın beklenmeden yapılması gereken durumlar da vardır. Bunların başında diyabet, yani şeker hastaları gelmektedir. Şeker hastalarında, safra kesesi taşlarının komplikasyonları daha sık ve öldürücüdür. Safra kesesi taşı olan hastalarda, taşın bulunduğu yerde mutlaka enfeksiyon da vardır. Bu kişiler hiçbir şikayetleri olmasa bile karınlarında iltihap dolu bir kese taşımaktadırlar.”

Nasıl Tedavi Edilir?
-------------------------------------------------------------------------------
Safra kesesi taşları, teşhisi kadar tedavisi de kolay bir hastalık olanak tanımlanıyor. Türkiye Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü uzmanlarından Prof. Dr. Hasan Taşçı ve Opr. Dr. Cavit Hamzaoğlu, tedaviyle ilgili şu bilgileri veriyorlar:
“Taş oluşması durumunda tek tedavi vardır; safra kesesinin ameliyatla alınması. Çünkü, bu kese artık, vücuda zarar veren bir organ durumuna gelmiştir. Bu kesinin alınmasına Ôkolesistektomi’ denir. Eskiden bu işlem, karın kesilip karına girilmek suretiyle yapılırdı. Açık kolesistektomi denilen bu yöntem, bazı yerlerde halen uygulanıyor. Ama bugün kesenin çıkarılması için artık karını kesmeye gerek duyulmuyor. Dört küçük delikten girilerek bu ameliyat yapılıyor. Bu yönteme ‘laparoskopik kolesistektomi’ deniliyor. Türkiye Hastanesi’nde bu modern yöntem uygulanarak safra kesesi ameliyatları 10-15 dakika içinde yapılıyor. Bu yöntem tüm dünyada safra kesesi taşlarının tedavisi için ‘altın standart’tır. Eski yönteme göre bu yöntem birçok üstünlük taşıyor. Yeni yöntemde vücutta en az 10 cm boyunda bir yarık açılmadığı için böyle bir ameliyat izi kalmıyor. Hastalar ertesi günü evlerine gidebiliyor. Bir hafta içinde de normal yaşama dönüyorlar. Yeni yöntemde hastanın karnına 5 mm çapında bir teleskop sokularak iç organlar bir monitöre büyütülmüş olarak yansıtılıyor. Göbeğin biraz yukarısından ve iki yandan sokulan minik aletlerle safra kesesi kanalı ve damarı mlipslerle bağlanıp kesilerek, safra kesesi karaciğer yatağından lazer ya da elektro koterle ayrılıyor. Safra kesesi içindeki safra çamuru ve taşlar dışardan aspire edilerek ya da kırılarak boşaltılıyor ve kese, deliklerden birinden karın dışına çıkartılıyor. Operasyon sonrası karındaki küçük delikler birer dikişle kapatılıyor ve bir hafta sonra bu dikişler alınıyor. Dikkatle bakıldığında bile bu dikiş izleri bazen görülmüyor.”

Safra Kesesi Nedir?
-------------------------------------------------------------------------------
Safra kesesi, karaciğerin alt yüzüne yapışmış vaziyette bulunan armut biçiminde bir organdır. Safrayı karaciğer salgılar. Bu salgı, safra yollarıyla safra kesesine gelip depolanır. Vücut, bu salgıyı yüzde 20 konsantre hale getirir. Yemekten sonra safra kesesi kasılır ve konsantre safra oniki parmak bağırsağına boşaltılır. Mideden gelen yemeklerin sindirilmesine yardımcı olur.

Kimler Risk Altında?
--------------------------------------------------------------------------------
Safra kesesinde taş oluşması bakımından risk artıran faktörler şöyle sıralanıyor:

Kadın olmak
40 yaşın üzerinde olmak
Doğurmuş ya da çok doğurmuş olmak
Sarışın ya da açık renkli olmak
Şişman ve yağlı vücuda sahip olmak

Buyazilar için kaynak

ZaKDaRiZa Ben insanlari beni sevsinler diye sevmedim <br> <br>
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSN Messenger

eliferdem

Elmas Üye
Elmas Üye



Kayıt: Sep 06, 2008
Mesajlar: 3901




MesajTarih: 16 Ekim 2008, Perşembe 13:25:37    Mesaj Konusu: Re: Alıntıyla Cevap Ver

ellerine sağlık abi hepsini tek tek ve güzel anlatmışsın (:
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder

Tüm kadın aksesuar fırsatları için tıklayın !


Mesajları Göster:   
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder    Oymalitepe.Net Forum Ana Sayfası -> Sağlık ve Tıp Tüm saatler GMT + 3 Saat
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Forum Seçin:  
Bu forumda yeni konular açamazsınız
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız

We request you retain the full copyright notice below including the link to www.phpbb.com. This not only gives respect to the large amount of time given freely by the developers but also helps build interest, traffic and use of phpBB 2.0. If you cannot (for good reason) retain the full copyright we request you at least leave in place the Powered by phpBB line, with phpBB linked to www.phpbb.com. If you refuse to include even this then support on our forums may be affected. The phpBB Group : 2002 // --> Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB Group
Forums ©
Copyright © 2008 Oymalitepe.Net & Site Kurulumu-Düzenleme: L@ZKaN - kuzeyinoglu - ^^KaRaYeL^^