Önceki Başlık :: Sonraki Başlık |
Yazar |
Mesaj |
gursoyt
Altın Üye
Kayıt: Oct 29, 2008
Mesajlar: 823
Nereden: Ankara
|
Tarih: 11 Eylül 2009, Cuma 08:40:44 Mesaj Konusu: TÜRKLER GİBİ EĞLENMEK |
|
TÜRKLER GİBİ EĞLENMEK
Almanya’dan gazeteci bir dostum aradı. Bir meslektaşımızın Ankara’ya geleceğini ve Türkiye-AB ilişkileri konusunda bir makale yazacağını söyledi. Gelecek arkadaş Türkiye’nin katılımına sıcak bakıyormuş. Benim adımı, telefonumu vermiş, yardımcı olmamı istiyormuş. Kabûl ettim. Neticede bir yerde memlekete hizmet durumu.
Ertesi gün aradı, buluştuk. Bir yerde oturduk bir-iki fincan çay içtik. Nereye gitmek istediğini sordum. “Kocatepe Camii” dedi. “Niye”, diye sordum. “Sen Müslüman mısın?”. Değilmiş, ama merak ediyormuş. Neyse gittik. Bana kubbenin çapından, avizenin ağırlığını, toplam kapalı alanın metrekaresinden, avlunun kapasitesine kadar sorular sordu. Önce soruyu soruyordu, ondan sonra cevâbını veriyordu.
Sonra akşam oldu. “Türkler gibi eğlenmek istiyorum” dedi. “Siz nasıl eğleniyorsanız, bir akşamı nasıl geçiriyorsanız, tam öyle”. “Yahu yapma” dedim, “bünyen kaldırmaz” dedim, dinletemedim. Eh, artık keyfi bilir. O yıllarda Ankara’ da benim en sık uğradığım mekânların başında Sembol Tanju’nun Neyzen’i vardı. Beraber Neyzen’e gittik.
Önce dekorasyondan büyülendi. Hatta not defterini çıkardı, ufak tefek eskizlerini çizdi. Derken ney taksim başladı. Çok şaşırdı; “Bu dini bir enstrüman değil mi? Dini müzik çalıyor. Burası dindarların devâm ettiği bir lokanta mı” diye sordu. “Boşver” dedim, “takıl”.
Neyden sonra ise –Neyzen’de adet olduğu üzre- aryalar okunmaya başlandı. Misafirim biraz daha şaşırdı. “Sizde” dedi, “dinî müzik dinleyen, opera da dinliyor mu?”. “Sizde dinlemez mi” diye sordum, aklı karıştı. Bu arada hayret içinde masaya yığılmaya başlayan mezelere, masalardan masalara yapılan rakı-meze ikramlarına bakıyordu. “Burada herkes birbirini tanır mı”diye sordu, “yoo, yahu boşver, sen takılmana bak” dedim.
Aryalar bittiğinde ise sıra popüler şarkılara geldi. Benden sözlerini çevirmemi istedi. Bir-iki şarkı sonra not defteri yeniden çıktı ve deli gibi not tutmaya ve soru sormaya başladı.Alevi türküsü okununca, “burası Alevilerin yeri mi?”, Dokuz sekiz çalınca, “buraya Çingeneler mi geliyor”, Ege türküsü okununca “buradakiler efeleri neden destekliyor?” diye sorular sordu durdu. Arada bir de “bu müziklerden birini dinleyen ötekileri de dinliyor mu” diye sordu, daha da neler neler;
-Şu Urfa’nın etrafı dumanlı dağlar
- Buraya Urfalılar mı geliyor?
- Hayır.
- Lörke, lörke, lülülülü
- Burası Kürtlerin mi?
- Hayır
Bunlara anlam vermeye çalışırken, önce “Çiao Bella” sonra da “Venseremos” çalınca birden ciddileşti.
-Bana istediğini söyle, ama ben bunun Şili Komünist Partisi marşı olduğunu biliyorum.
-Doğru, öyle zâten.
-Burası Komünistlerin mi?
-Şöyle bir çevrene bak, öyle mi görünüyor?
-…
Hayatında peçetenin sadece ağız silmek için olduğunu zanneden ve çatal-kaşık ile tabağa vurarak hiç bateri çalmamış bu arkadaş, sandalyelere çıkanlardan da önce biraz korktu. Sonra onun da içi gitti, fark ettim, ama bir şey söylemedim.
Mezeler bitip, balıklar geldiğinde ise fena afalladı. Önce “biz yemek yedik ya” dedi, sonra “ama ben doydum” dedi, fakat ben “madem Türk gibi eğleneceksin, bunu da yemelisin” deyince, pek itiraz edemedi. Bu arada ben de şarkıları türküleri çevirmeye devâm ediyordum. Ben çeviriyordum, o dehşet içinde bana bakıyordu, sonra bir soru soruyordu, ben de cevâp vermeye çalışıyordum;
-Yaslan dağın yamacına Halil İbrahim.
-İbrahim kim? Meşhur birisi mi?
-Ben ne bileyim.
-Herkes alkışlıyor, onlar mı tanıyor?
-Bilmem. Yahu, güzel bir türkü işte, takılmaya bak.
-Düşman galip geldi haklayamadım, döküldü cephanelerim toplayamadım.
-Bu, kahramanlık türküsü mü?
-Hayır, eşkıya türküsü.
-Bu eşkiyalar politik mi?
-Yok be, bayağı eşkiya. Bizde eşkiyaya türkü yakarlar.
-Peki şu kızla adam niye romantik romantik dansediyor.
-Şarkı güzel.
-Ben bunu anlamıyorum. Yani aşk, düşman, cephane?
-Boş ver işte, takıl.
-Vur hançeri kadınım ben öleyim.
-Neden kadınının onu bıçaklamasını istiyor?
-Çok seviyor.
-Seviyorsa evlensinler.
-Evlenemezler.
-Niye?
-Dedim ya, birbirini çok seviyorlar.
-Kanım aksın ki, terk etmem seni.
-Neden kanı akıyor, kaza mı geçirmiş?
-Yok canım. Yani o kadar çok seviyor. Seni terk edersem öleyim diyor.
-Biraz garip.
-Yahu boşver, sen takıl.
Bir-iki şarkı daha dinledi. Sonra patladı;
-Yahu sizde bütün şarkılar aşk ve ölümle ilgili.
-Evet, ne olmuş. Hayat da öyle. Başka ne var ki?
-Doğru aslında. Ama biraz garip değil mi?
-Ne yapacaktık, çayıra çimene şarkı mı yazacaktık? Biz bu kadarını yapabiliyoruz.
-Yanlış anlama. Hepsinin de sözleri çok güzel.
-Sorun ne?
-Bilemiyorum.
Bütün masalar ağzı kulaklarında hoplaya-zıplaya “sürünüyorum” diye göbek atarken, yüzünü görmeliydiniz. Sonra Çile Bülbülüm çalınca, bu defa komaya girdi.
- Bu şarkıda Allah diyorsunuz.
- Evet, deriz.
- Ama Allah deyip rakı içiyorsunuz.
- Ne olmuş, içeriz.
- Yanılıyorsam, lütfen düzelt. İslâm’da alkol günahtır.
- Doğru.
- O zaman neden yapıyorsunuz?
- Güzel oluyor. Sana bir sır vereyim mi? Bugün müzede gördüğün heykeller varya, dün burada onlar içiyordu. Allah deyip, rakı içtikleri için taş oldular. Garsonlar onları gizlice müzeye taşıdı.
- …
- Yahu şaka, gevşe biraz. Sen takılmana bak.
10. Yıl marşı başlayıp, bütün masalar tempo tutunca ise manası Türkçe’de aşağı-yukarı “oha” olan bir lâf etti. En çok da Onuncu Yıl Marşı eşliğinde tren yapılmasını yadırgadı. Önce kısık bir sesle “burası emekli subayların lokantası mı” diye sordu. Nasıl baktıysam, “boşver” dedi, “takılalım”.
Bir de bir Arap bir de Yunan şarkısı çalınca tümden aklı karıştı.
-Siz Yunanları seviyor musunuz?
-Arada bir.
-Ama Yunan şarkısı dinliyorsunuz?
-Arada bir işte.
-O demin söylenen Arapça şarkı ne diyor?
-Ne bileyim ben.
-Yunanca şarkının sözleri ne?
-Yahu nereden bileyim?
-O zaman neden dinliyorsunuz?
-Güzel oluyor. İlla anlamak mı lâzım.
- …
Bir Azerî türküsünü de tercüme edince, “buradaki herkes Azerice biliyor öyle mi?” diye sordu, ama artık ben de de cevâp verecek takat kalmamıştı.
Onun bu kültür şoku üç-dört saat sürdü. Sonra kalkmak istedi, yorulmuştu. “Yahu olur mu” dedim, “daha çorba içeceğiz”. Bana çok garip baktı, “ama yemek yemiştik. Yemekten sonra da balık yemiştik. Rakının üzerine nedense bira da içtik. Üstelik o kadar yemeğin üzerine sıcak helva da yedik, sonra bir de meyve yedik. Onun da üzerine kuru yemiş yedik. Kahve de içtik”…
“Olmaz”, dedim. “Şimdi de çorba içeceğiz. Devâmında da dürüm yiyeceğiz. Türkler gibi eğlenmek istemiyor muydun?” Boynunu büktü. Bir şey söylemedi. Oradan bir dürümcüye gittik. Mercimek çorbası, birer porsiyon soslu-soğanlı dürüm. Ben “keşke başka çorba içseydik” deyip, keyifle, şırdan tuzlama, paça ve işkembeyi anlatmaya başladım, ama yüzünü ekşiterek eliyle “ne olur sus” gibisinden bir hareket yaptı. Onu pek anlamadım.
Yolda bana baktı, baktı sonra; “biliyor musun?” dedi, “biz Almanlar da aslında eğleniriz”…
“Ne yaparsınız” diye sordum, “uzun masalarda yan yana oturup, bira içerek, sallandığınızı biliyorum. Bir de bizde ilkokulda deve-cüce diye bir oyun vardır. Galiba onu da oynuyorsunuz” dedim. O bir şey demedi…
Biraz sonra “biraz fark olacak tabii, siz Akdeniz milletisiniz” dedi. Ben de “tam değil” dedim. “Aslında aynı zamanda Kafkasyalı, Orta Asyalı, Orta Doğulu, Avrupalı, Balkanlı ve Egeli, Karadenizli’yiz” dedim.
“Haydi” dedim. Sevinçle “otele mi gidiyoruz” dedi. “Yoo” dedim, “Gölbaşına. Orada göl var. Şimdi yola çıkarsak, şafak sökerken orada oluruz. Güneş doğarken rakı içeceğiz”. Bana garip garip baktı, “ondan sonra otele dönebilir miyim” diye sordu.
Kahvaltı saatinde oteline bıraktım. Öğleyin yeniden buluştuk. Ne kahvaltıda ne de öğle yemeğinde hiçbir şey yememiş. Sadece soda içmiş. “Keşke kahvaltıda benim bildiğim bir yer var, oraya gitseydik. Sucuklu yumurta yerdik” diyecektim, vazgeçtim. “Sakın Türkleri AB’ye sokmayın” diye bir yazı yazmış. Çok şaşırdım, “bana senin Türkiye’nin AB’ye girmesini istediğini söylemişlerdi” dedim. “Öyleydi” dedi, “ama o zaman daha Türkiye’ye gelmemiştim” dedi. “Türkiye’yi sevmedin mi” diye sordum.
“Bayıldım” dedi, “harika bir ülke” dedi, “ama AB’ye girerseniz, hem siz bozulursunuz hem de biz bozuluruz” dedi. Çünkü biz zâten dominan kültürmüşüz. AB’ye girersek, on sene sonra Fransızlar, Almanlar “sürünüyorum” diye göbek atmaya, yeni nesil “kadınım bıçakla beni, seni çok seviyorum” diye ilân-ı aşk etmeye başlarmış.
“Şu Ren’in suyu akar delidir oy, oy, oy” gibi, “yaslan dağın yamacına Hans Peter’im” gibi, “Münih’in etrafı dumanlı dağlar” gibi filân işte…
Ayrıca bütün Avrupa obez olurmuş. Kimse de sabah işe zamanında yetişemezmiş.“Bir nasıl bozuluruz” diye sordum, “size” dedi, AB’de bunların yarısını yaptırmazlar” dedi.
Aman neyse boşverin, biz takılalım… O da artık takılıyor zâten.
(Kaynak: Diplomatik Gözlem) |
Tuğrul GÜRSOY |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Reffazum
Bağımlı Üye
Kayıt: Feb 20, 2008
Mesajlar: 173
Nereden: ÇERKEZKÖY
|
Tarih: 11 Eylül 2009, Cuma 13:05:11 Mesaj Konusu: Re: |
|
Çok güzel tespitler içeren bu yazıyı bizimle paylaştığınız için teşekkürler Tuğrul Bey.
Türkiye’miz, haritaya bakılınca da kolayca görüleceği üzere,doğudan batıya,batıdan doğuya,güneyden kuzeye,kuzeyden güneye kısacası her yönden her yöne köprü konumundadır.
Yüzyıllar boyunca ülkemiz toprakları, kültür ve medeniyetlerin hem çatışmasına hem buluşmasına sahne olmuştur. 600 yıl süren Osmanlı İmparatorluğu döneminde, sınırlarımız içinde olan çok farklı milletlerin insanı da kültürü de yönetim merkezi olan İstanbul’a dolayısı ile Türkiye’mize taşınmıştır.
Bu sebeple ülkemizde bütün bu kültürlerden yoğrularak oluşmuş çok renkli bir hayat vardır.
Bu doluluğun, bu canlılığın başka bir yerde bulunabileceğini zannetmiyorum.
Asıl zenginliğimiz de budur.
Geçen yıl, fabrikamızda bir süreliğine çalışma yapan bir danışmanlık şirketinin Avusturyalı sahibi ile beraber yemekteyken sohbet, Türkiye’nin AB ye girip girmemesi konusuna geldi.
Kriterlerden,Türkiye’nin doğusu ile batısının farklı olduğundan söz edildi. Belli bir aşama kaydedilmeden AB ye alınmasının doğru olmadığı fikri ileri sürülünce ben de; siz ayrı yerde biz ayrı yerde dururken birbirine benzeyemeyiz, hemen birleşelim değişme kolay olsun dedim.
Bunu bir örnekle pekiştirmek için de yanımda kırmızı şarap içen Türk arkadaşımın kadehi ile
Beyaz şarap içen Avusturyalı misafirimizin kadehini göstererek, bu kadeh Türkiye bu kadeh te AB olsun dedim. Kırmızı şarap kadehinin dibinde az bir miktar şarap vardı ama beyaz şarap kadehi doluya yakındı. Dolayısı ile bu kıyaslama doğru olacaktı.
Hemen, işte böyle birleşirsek diyerek kırmızı şarabı beyaz şarabın üzerine döktüm.
Beyaz şarap anında kırmızıya dönünce masada bir kahkaha tufanı kopuverdi.
Çünkü biz AB ye değil AB bize benzemişti.
Tuğrul Bey’in yukarıya taşıdığı yazıyı okuyunca o akşamki sohbetimiz aklıma geldi.
Farkında olmadan yaptığım bu deneme aslında çok doğru bir netice ortaya çıkarmıştı.
Rengi olan başkasına da renk verebilir.Renksiz olan ne verebilir ki.
Olsa olsa birazcık asıl rengin açılmasına sebep olabilir.
Önemli olan AB ye girmek değil kendi kendimize eksiklerimizi tamamlamayı becerebilmektir.
Fazlamız zaten bizim fazlamızdır. Onları eksiltmek zorunda değiliz.
................... |
|
|
|
|
|
nesli
Platinyum Üye
Kayıt: Sep 20, 2008
Mesajlar: 1498
Nereden: İstanbul
|
Tarih: 12 Eylül 2009, Cumartesi 03:18:32 Mesaj Konusu: |
|
Kültür zenginliğimiz, bize renk katıyor ve özgünlük sağlıyor. AB bu durumu kabullenerek bizi dahil etmeli. Aksi durumda AB'nin bize faydası değil zararı olacaktır.
Çok yerinde ve doğru tespitler içeren yukarıdaki yazıda fark ettiğim bir şey var. Dikkat ederseniz Alman gazeteci, gördüğü yerlere, davranışlara bakmakla yetinmiyor, merak ediyor, sorguluyor, bilgi edinmeye çalışıyor hatta birçoğunda sahip olduğu bilgilerle çıkarımlar, yorumlar yapıyor.
Oysa bizim durumumuz "Boşver takılmana bak..."
Bu açıdan bakarak da farkımızı görebiliriz.
Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum: Reffazzum'un da belirttiği gibi AB'ye dahil olmanın bize kaybettirecekleri için endişelenip karşı çıkmaktansa, eksiklerimizin farkında olmamız ve bu eksikleri kapatıp, kararlı, güçlü, gelişmiş bir toplum olmaya çalışmamız gerekir. Biz böyle oldukça kaybedeceğimiz birşey olmayacağına inanıyorum.
Bu güzel paylaşım için teşekkürler Tuğrul Bey |
.......Rüzgar gibi geçti hayatımdan, adı ^^KaRaYeL^^ olan....... |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Tüm kadın aksesuar fırsatları için tıklayın !
|
|
|
Bu forumda yeni konular açamazsınız Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız
|
We request you retain the full copyright notice below including the link to www.phpbb.com.
This not only gives respect to the large amount of time given freely by the developers
but also helps build interest, traffic and use of phpBB 2.0. If you cannot (for good
reason) retain the full copyright we request you at least leave in place the
Powered by phpBB line, with phpBB linked to www.phpbb.com. If you refuse
to include even this then support on our forums may be affected.
The phpBB Group : 2002
// -->
Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB Group
|