Önceki Başlık :: Sonraki Başlık |
Yazar |
Mesaj |
ZaKDaRiZa
Mareşal
Kayıt: Feb 15, 2008
Mesajlar: 1527
Nereden: Trabzon
|
Tarih: 21 Şubat 2009, Cumartesi 00:17:33 Mesaj Konusu: Ah Yasemin... Ah |
|
Bir tek şeye yanar içim, göynür özüm,
Genç yaşında ölenlere, gök ekini biçmiş gibi...
Yunus Emre
22 Ocak 2009 Perşembe…
Bunluyum…
Bir şey beni sıkıyor. Kıskaçtayım.
Dönem sonu… Öğrencilerin karnelerini, Takdir ve Teşekkür belgelerini hazırlıyorum. Genel ağ bazen yavaşlıyor. Yaptığım iş aksıyor.
Bunalımım öfkeye dönüşüyor!
Akşam, eve gidince doğruca yatak odasına geçtim. Sırt üstü yatağa uzandım.
Eşim geldi, “Neyin var, hasta mısın?” diye sordu.
Aslında hasta değilim; bir şeyim de yok. Ama beni sıkan, cendereye alan bir şey var!
Ah onu bilebilsem…
23 Ocak 2009 Cuma…
Okuldayım…
Sıkıntım devam ediyor. Hem de garip bir biçimde devam ediyor.
İyi gelir düşüncesiyle bir aspirin sulandırıp içiyorum.
Öğrencilerimiz heyecanla karnelerini bekliyorlar. Son hazırlıkları da tamamlıyorum. Her şey hazır, öğrencilerimize karnelerini verebiliriz…
Müdür beye gittim. Müdür bey, karneleri öğlen sonrası vereceğimizi söylüyor.
Abdest alıp Cuma namazı için camiye gittim.
İmam kürsüde vaaz veriyor. Ama onu dinleyemiyorum.
Kafam bir şeylerle meşgul…
Okuldaki işlerimi bitirdim. Boş duramam. Bir şeyler okumalıyım…
Elimde Victor Hugo’nun BİR İDAM MAHKÜMUNUN SON GÜNÜ adlı romanı.
İdam hükümlüsü bir insanın dramını gözler önüne seriyor. Bunu bitirmeliyim.
Kitap bitiyor…
Eve geldiğimde torunlarımı görüyorum. Koridorda oynuyorlar. Aman Ya Rabbi, bu ne kadar güzellik, bu ne kadar masumiyet… Metehan koşarak bana geliyor. Mehmet Can da onu takip ediyor.
Onları kucakladım. Yanaklarından doyasıya öptüm.
Birden sıkıntılarım kayboldu.
Adeta kendime geldim.
Yatağa girerken biraz daha huzurluyum… Yarın tatil, diyorum kendi kendime. Biraz geç kalkarım…
24 Ocak Cumartesi…
Yine huzursuz uyandım.
Sabah ezanı okunuyor. Müezzin Arapça “Namaz, uykudan hayırlıdır” diyor. Bu ilahi çağrıya icabet ediyorum.
Tekrar yatağa girdim. Ama uyuyamadım.
Her sabah kalktığım saatte yine kalktım.
Tıraş oldum. Kahvaltı ettim.
Bunlu bir şekilde Öğretmen Evi’ne gittim.
Günlük gazeteleri gözden geçirdim.
Hep aynı haberler: Ergenekon Terör Örgütü(!) davası, ekonomik sorunlar. ABD’nin yeni başkanı Obama’nın Beyaz Saray’daki ilk günleri. Cinayet haberleri…
Saat 13.00 civarında Taksim yokuşundayım.
Hava güzel. Yürüyerek eve çıkıyorum.
Yokuşun başında karşı taraftan tanıdık bir yüz dikkatimi çekiyor. Yasemin aşağı iniyor…
O da beni görüyor.
Beni görünce, daima gülen yüzünde güller açıyor…
Benim bulunduğum tarafa geçiyor.
“Hocam nasılsınız?” diye soruyor.
Teşekkür ediyorum.
Elini uzatıyor, ben de elimi uzatıyorum. Zarif bir şekilde elimi tutuyor. Sonra boynuma sarılıyor.
Hatırını soruyorum. Bir solukta okulu bitirdikten sonra kendi alanında yüksek lisans yapamadığını, ama İşletme alanında yüksek lisansa devam ettiğini söyledi. Doğalgaz işi yapan bir şirkette çalıştığını ilave etti.
Sonra öğretmen olan kızımı sordu. “ Vahide hâlâ Erzurum’da mı?” dedi.
Kızımın Erzurum’da sadece bir dönem kaldığını söyledim. Evlenip Trabzon’a geldiğini ilave ettim.
Mutlu oldu.
Dede olduğumu söyledim. Dünyalar tatlısı iki torunumun isimlerini duyunca mutluluğu bir kat daha arttı.
“Hocam, bir gün Fen Lisesi’ne ziyaretinize geleceğim.” Dedi.
“Şeref verirsin, Yasemin Hanım. Her zaman beklerim.” Dedim.
Nazikçe elini uzattı. Tekrar boynuma sarıldı. Eşime selam gönderdi.
Duygulandım…
Sıkıntım azaldı.
Eve gittim…
***
1990 yılı Eylül ayı.
Kırşehir’den tayinim çıkarak Trabzon’a geldim. Akçaabat Derecik İlköğretim okulunda Türkçe öğretmeni olarak göreve başladım.
Her gün Derecik’e gitmek için Boztepe mahallesinden Moloz’a iniyorum. Oradan dolmuşa binip Derecik’e gidiyoruz. Dönüşte aynı güzergâhı takip ederek eve dönüyorum.
Merkez postane sırasında ünlü bir markanın ayakkabı dükkânı açıldı.
Vitrine bakarken birden içerideki kıza gözüm ilişti…
Ben bu güler yüzlü kızı bir yerden tanıyordum! Bu dünyalar güzeli kız kimdi acaba?
İçeri girdim. Hayırlı olsun dedim.
“Sağ ol hocam. Hoş geldiniz!” cevabıyla karşılaştım.
Aşağı yukarı kızımla yaşıt olan bu kız beni tanıyordu ki bana “Hocam” diye hitap etmişti.
Kafamı kaldırıp yüzüne dikkatlice baktım.
Evet, bu “AKTAŞ”lardan biri; ama kim?
Karşımdaki bu sempatik hanımefendi merakımın zirveye çıktığını anlamış olmalı ki “Hocam ben Yasemin AKTAŞ! Halil AKTAŞ’ın kızıyım!” diye kendini tanıttı.
Oturdum; bana çay söyledi. Kısa hal hatırdan sonra sohbet koyulaştı.
Kız kardeşimin ortaokuldan sınıf arkadaşı olduğunu söyledi.
Samimi ve candandı.
Kendi kendime “Aferin Yasemin’e; Oymalı’dan kalkmış gelmiş, kendine bir iş bulmuş. Burada hayata tutunmaya çalışıyor.” Dedim.
O dükkân kapanıncaya kadar sık sık yanına uğradım.
Ne zaman yanına gittimse hep güler yüzlüydü, hep zarifti.
Ayakkabıcı kapanınca başka bir yerde çalışmaya başladı. Beni iş yerine davet etti.
Ama yeni işinde bir türlü Yasemin’i ziyaret edemedim!
Fakat şehirde ara sıra karşılaştık, selamlaştık.
O beni bir ağabey olarak bildi, ben de onu kendi kızım, kız kardeşim kadar çok sevdim.
Her karşılaşmamızda mutlaka eşime selam gönderdi.
Daha sonra Oymalıtepe Net açıldı.
Tüm Oymalıtepelilerin buluşma noktası oldu.
Ben de bu sitede yazmaya başladım.
Bir gün bir olumsuzlukla karşılaştım ve artık siteye yazı göndermeme kararı aldım.
Kızgındım.
Halil abi aradı. Bir yanlış anlama olduğunu anlatmaya çalıştıysa da ikna olmadım!
Gazetelere, dergilere yazmaya devam ediyordum.
Bir gün telefonum çaldı.
Karşımda Yasemin vardı.
Önce hal hatır sordu. Sonra da küskünlüğümün sebebini…
Ortada bir yanlış anlamanın olduğunu, gerekçeleriyle uzun uzun anlattı.
Karşımda nezakette zirveye çıkmış bir hanımefendi, çok değer verdiğim bir insan vardı. İkna oldum. Kendisine yazı göndereceğimi söyledim.
Onun ricasını kıramazdım…
Hemen bilgisayarın karşısına oturdum. Kısa bir yazı yazdım ve (YENİDEN MERHABA DERKEN) MSN üzerinden kendisine gönderdim.
Yayınladı. Sonra da teşekkür etti.
Her yazımdan sonra güzel duygular içeren elmekler (mail) gönderdi.
Gerçi yazılarım fazlaca okunmuyordu ama Yasemin’in hatırı için yazı göndermeye devam ediyordum.
***
25 Ocak Pazar…
Yine huzursuzum…
Son hafta iki eser okudum:
Biri Mustafa KUTLU’nun HUZURSUZ BACAK, diğeri Victor Hugo’nun BİR İDAM MAHKÜMUNUN SON GÜNÜ…
Acaba bu eserler mi beni etkiledi de böyle huzursuzum.
Yok, bu çok uzak bir ihtimal…
Kahvaltıdan sonra amaçsız bir şekilde Uzunsokak’ı arşınlayarak Öğretmen evine gittim. Günlük gazetelere kısaca baktıktan sonra çıktım.
Eve döndüm. Normalde bu saatte eve dönmem…
Televizyonu açtım. Saat 11.30 civarı. Bir son dakika haberi geçiyor: Zigana’da çiğ düştü. Çiğ altında en az 12 kişi var. Trabzon’dan Zigana’ya çıkan dağcılar çiğe yakalandı!
Aman Allah’ım! Bunların içinde tanıdık birileri var mı acaba? Günlerce süren bunalımlarımın sebebi bu mu Allah’ım?
Dağcı öğrencilerim var. Kimi eczacı, kimi doktor… Hafta sonları geziler düzenliyorlar. Oğlum da ara sıra onların gurubuna katılır, hafta sonları gezerlerdi…
Birkaç yere telefon ettim. Giden gurup benim öğrencilerim değil…
Biraz ferahladım…
Ama bu uzun sürmedi. Kızım çiğ altında kalanlardan birinin de Yasemin olduğunu söyledi.
“Olamaz!” diye bir çığlık attım! Daha dün Yasemin’le konuşmuştum! Olamaz!
Hemen Cengiz’i aradım. Sesi tedirgindi. “Torul’a gidiyoruz, Yasemin’de hayat belirtisi varmış…”
İnşallah Allah’ım, inşallah… Diye dua ediyorum.
Yasemin dirençli bir kızdır, kardelendir; dayanır! Diyorum kendi kendime.
Durmadan dua ediyorum…
Bir saat sonra tekrar Cengiz’i arıyorum. Müjdeli haber bekliyorum. Sesi ağlamaklı. “Maalesef Yasemin’i kaybettik ağabey!” diyor.
İçim cız ediyor!
Çığlığım, “Ah Yasemin, ah!” şeklinde…
Yasemin, ne kadar da hayat doluydu, ne kadar sevecendi…
Ama Rabbimin emri öyle; kim ne yapabilir ki!
Kadim dostum Ahmet’in acısı küllenmeden olağanüstü meziyetleri olan bir kardeşimizi kaybetmek ne kadar acı!
Ahmetler, Yaseminler kolay yetişmiyor…
Gayri ihtiyari Yahya Kemal’in RİNDLERİN ÖLÜMÜ şiiri dökülüyor dudaklarımdan.
Hafız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.
Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Eski Şiraz’ı hayal ettiren ahengiyle.
Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter.
Pazar günü beyaz ölüm pek çok değerimizi aldı götürdü.
Rabbim, başta anneleri ve babaları olmak üzere tüm sevenlerine sabırlar versin.
Hepsinin mekânı cennet olsun.
Ruhları şad olsun…
Hasan BEŞER
beserhasan@hotmail
kaynak: Yomra haber gazetesi |
ZaKDaRiZa Ben insanlari beni sevsinler diye sevmedim <br> <br> |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Tüm kadın aksesuar fırsatları için tıklayın !
|
|
|
Bu forumda yeni konular açamazsınız Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız
|
We request you retain the full copyright notice below including the link to www.phpbb.com.
This not only gives respect to the large amount of time given freely by the developers
but also helps build interest, traffic and use of phpBB 2.0. If you cannot (for good
reason) retain the full copyright we request you at least leave in place the
Powered by phpBB line, with phpBB linked to www.phpbb.com. If you refuse
to include even this then support on our forums may be affected.
The phpBB Group : 2002
// -->
Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB Group
|