Doğan Cüceloğlu'nun " Yeniden İnsan İnsana" adlı kitabından alıntı bir hikaye:
PETİR CANAVARI
Petir canavarı Zengo yakalandı. Beş vilayet sınırı içinde sindirip
sındırmadığı kimse kalmamıştı. İnsanları titreten haydut, en sonunda
kapana kısıldı.
Hükümet konağı önündeki caddeden geçerken bütün yol boyu
onu görmek için gelenlerle dolmuştu. İki eli, iri baklalı bir zincire
vurulmuştu. Sarkan zincirin ucu yerde sürünüp şakırdıyordu. Sağında
iki candarma, solunda iki candarma, arkasında beş candarma vardı.
Candarma komutanı assubay da önde gidiyordu.
Herkes onu merak ediyor, görmek istiyordu da, yine de kimse yakınına
sokulamıyordu. Arkadaki meraklılar, Petir canavarını görmek
için öndekileri ittikçe, öndekiler geri direniyor, canavara sokulmaktan
ürküyorlardı. Candarmaların arasındaki Zengo ilerledikçe, kalabalığı
bıçak gibi yarıyor, önü açılıp boşalıyordu. Ama kaçışan halk,
uzaktan da olsa, Zengo'ya bir tükürük atmaktan geri durmuyordu.
Zengo'ya taş atanlar bile vardı. Yaşlı kadınlar yumruklarını sıkıyorlardı.
--Kahrol Zengo!..--
--Geber Zengo!..--
Her eşkıyanın az çok, bir iki seveni bulunur. Hiç değilse yakın hısımları
sever. Zengo'yu bir tek kişi, öz kardeşi bile sevmiyordu. Onun
için, bir an önce asılmasını en isteyenler, kendi köylüleri, yakın
hısımlarıydı.
En azgın, en azılı eşkiyanın bile, uydurma da olsa birkaç iyiliği
anlatılır, eşkiyanın en canavarı bile masallaştırılır. --Zengini soyar,
yoksula verir,-- derler. --Öksüz kızlara düğün dernek yapar,-- derler.
Ne de olsa bir iyiliğini söylerler. Zengo için hiç kimse iyi bir şey
söylemiyordu. Bu Zengo, çocukluğundan beri canavardı. Adam öldürmekten,
ama hiç yoktan cana kıymaktan zevk alıyordu. Öldüreceği
adamın zengin ya da yoksul, kadın ya da erkek, yaşlı ya da genç olması
onun için hiç önemli değildi. Yıllarca dağlarda bir başına gezmişti.
Yanına kimse sokulamazdı ki onunla arkadaş olsun.
Yakalandığı zaman üstünde beş liraya yakın bozuk para çıkmıştı.
Oysa öldürdüğü her adamdan onar lira almış olsaydı, ceplerinin altınla
dolu olması gerekirdi. Parası yoktu. Çünkü para için adam
öldürmüyordu. O, öldürmek için öldürüyordu. Belki de bütün insanları
öldürüp, bu koca yeryüzünde bir başına rahatça yaşamak istiyordu.
Daha doğrusu niçin adam öldürdüğü belli değildi, bunu, belki
kendisi de bilmiyordu.
Çocukluğunda yakaladığı tavukların başını dişleriyle koparırmış.
Sonra kedilerin gözlerini oymaya, köpeklerin karnını deşmeye başlamış.
Dağa ilk çıkışı, evliliğinin ilk gecesi olmuş. Zengo, köyünün en
zengini. Yalnız kendi köyünün değil, bütün bura köylerinin en zengini.
Böyle olduğu için de çok güzel bir kızla evlendi. Kızın babasına
yüz koyunluk bir sürüyle üç yüz de altın verdi. Kızı aldı. Kız, gerdeğe
girecekleri geceye kadar Zengo'nun yüzünü görmemişti. İlk o
gece gördü. Görmesiyle de bir çığlık atıp, iki elini yüzüne kapayarak
kaçması bir oldu. Ama kaçacak yer yoktu. Zengo, kapıyı tutmuştu.
Kız iki avucu yüzüne kapalı, çığlık çığlığa duvara sırtını verip köşeye
büzüldü. Parmaklarının arasından Zengo'ya bakıp çığlığı basıyordu.
Zengo'yu görüp de korkmamak olanaksızdı. Boyu iki metreyi aşkındı.
Elleri kürek kadar iriydi. Ya hele yüzü... Doğduğu zaman, katır
başlı bir çocuk doğdu diye bütün köylü şaşırmıştı. Bu baş, yalnız katır
başına da benzemiyordu. Biraz katır, biraz domuz, biraz manda... Şaşılası
bir baş. Bütün hayvanlara benziyor, yalnız insana benzemiyordu.
Anasının bu çocuğa bir ayıdan gebe kaldığını söyleyenler bile vardı.
Zengo büyüdükçe daha korkunçlaştı. Tepegözlü, fincan iriliğindeki
iki gözünün biri alnında, biri de yan aşağıdaydı. İri burnu, suratına
saplanmış bir bıçağın sapı gibi duruyordu. Yanpiri, kocaman ağzı
vardı. Çiğ pirzola gibi alt dudağı sarkık, iri dişleri de görünürdü.
Bütün yüzü kıllarla kaplıydı.
Aradan bir hafta geçmeden Zengo, kızın babasını öldürdü. Ama
bu, başka cinayetlere benzemiyordu. Adamı lokma lokma doğramış,
her lokmasını köy yoluna serpmişti. Ertesi sabah yollarda parmaklar,
kulaklar, burun gördüler.
Zengo, daha sonra, kendi iki kardeşini öldürdü. Kardeşleri, kendisi
gibi çirkin, korkunç değillerdi. Kız kardeşini, başından aşağı gaz
dökerek geceleyin tutuşturmuştu. Kız, gecenin karanlığında alevler
içinde tutuşa tutuşa dağlara doğru koşarak yandı, kül oldu.
Ağabeysini de bir gece baltayla parçalayıp başını, kollarını, gövdesini,
ayaklarını ayrı ayrı ağaçlara astı.
Bundan sonra Zengo'nun cinayetlerinin ardı arkası gelmedi. Önce
kendi hısımlarını öldürdü. Çocuk demiyor, kadın demiyor, yaşlı demiyor,
öldürüyordu. Öldürmekle de hırsını alamazsa, cesedi yakıyordu.
Dağda yaşıyordu. Pek sıkışır da yakalanacağını anlarsa, sınırdan kaçıyordu.
Bir kez yakalanmış, hapishane duvarını delerek kaçmıştı; Candarmaların
arasında caddeden geçen Petir canavarını halk taşlıyor, suratına
tükürüyordu. Ama ona yaklaşmaya da korkuyorlardı.
Göğsünde çaprazlama fişeklik vardı. Bir dev gibi yürüyor, koskocaman
ayakları, deve tabanı gibi yere löp löp basıyordu.
Silahı, fişekleri alınan Zengo, hapishanenin bodrumundaki
hücreye atıldı. Mahkemesi başladı. Zengo avukat tutacaktı. Ama parası
yoktu. Köyündeki geniş topraklarını, bütün mallarını, davarlarını,
evini sattı. Eline çok büyük para geçti. Bu kez de kendisini savunacak
avukat bulamadı. Zengo'dan herkes nefret ettiği için, hiçbir avukat
onun davasını almak istemiyordu. Alsalar neye yarardı! Hiçbir
avukat, Zengo'yu idamdan kurtaramayacağını biliyordu. Onun için
de davasını almıyorlardı. Ama en sonunda Zengo bir avukat buldu.
Avukata pek çok para verdi.
Herkes, --İdamdan kurtaramazsa, Zengo avukatı öldürür,-- diyordu.
İdama gitmeden hapisten kaçar, belki de mahkeme salonunda
avukatı öldürürdü. O, bir kişiyi öldürmeyi kurmuşsa öldürür. On, on
beş kişi, bu dev azmanıyla başedemezdi.
Zengo, avukatının kendisini yalnız idamdan değil, hapisten bile
kurtaracağına inanıyordu. O kadar çok para vermişti ki avukata, Zengo'yu
kurtarmalıydı o.
Mahkeme uzun sürdü. Sonunda sıra avukatın Zengo'yu savunmasına
geldi. Ne olacaksa işte bu oturumda olacaktı.
On süngülü candarmanın arasında mahkemeye gelen elleri kelepçeli
--Geber Zengo!..--
--İpe, ipe Zengo!..--
Mahkeme salonuna girerken, Zengo'nun bileklerindeki kelepçeyi
çözdüler. Zengo, iki candarmanın arasında mahkeme salonuna girdi.
Söz savunmanın. Avukat ayağa kalktı, öksürdü. Titrek, korkulu
bir öksürüktü bu. Zengo'nun savunulacak bir yanı yoktu. Bütün suçları,
tanıklarıyla, kanıtlarıyla ortadaydı. Yalnız bilineni yirmi cana kıymıştı.
Daha bilinmeyeni kimbilir ne kadardı? Avukat, bir kurtuluş
umudu olarak Zengo'nun deli olduğunu ileri sürmüş, ama tıbbi gözlem
altına alınan Zengo'nun deli olmadığı doktor raporuyla anlaşılmıştı.
Avukatın, Zengo'yu savunacak gerçekten bir sözü yoktu.
Cüppe kolunun bol yeni içinde kaybolan elini önce yargıca, sonra
Zengo'ya çevirdi. Söze başladı.
--Pek muhterem reisim ve pek muhterem yüksek mahkeme heyeti...
Müvekkilim masumdur. O'nun masumiyetini anlamak için temiz
nasiyesine, şefkatle bakan gözlerine bir nazar atfetmek kafidir sanırım.
Yüksek mahkemenizden rica ederim. Sanık mevkiinde bulunan
müvekkilime dikkatle bakınız. Kendisine isnad edilen bunca suç, bu
masum, bu temiz, bu açık çehreden memun edilebilir mi? Hayır. Edilemez!--
Avukat heyecanla konuşuyordu. Bu konuşması bir saat sürdü.
Konuşurken sesini bir alçaltıp bir yükselterek harp telleri gibi titretiyor,
bir hızlanıp bir yavaşlıyordu. Ama bütün çabası boşa gitmişti.
Sözlerinin hiçbiri, ne yargıçlarda, ne dinleyicilerde olumlu bir etki
yaptı. Nasıl olsa Zengo'yu kurtaramayacağını bilen avukat, hiç olmazsa
sanıktan aldığı parayı hak etmek için konuşmuştu. Yalnız bir kişi,
avukatın sözlerinden büyük bir üzüntü duymuştu. Ağlıyordu. Bu
adam, Zengo'ydu. Alnındaki fincan iriliğindeki gözü yaşarmıştı. Avukatına
bakarken gülümsemeye çalışıyordu. Mahkeme karar için bir ay ileriye
atıldı.
Zengo, salondan çıkınca avukatının elini öptü. Bütün hayatında,
kendisine --iyi-- diyen bir kişi bu avukattı.
Hapishaneden avukatına beş bin lira daha gönderdi. Daha önce
de çok para vermişti.
--Helal olsun, böyle avukata helal olsun...-- diyordu.
Yargıç kararını bildirdi. İdam! Zengo, avukatına gülümsüyordu.
Hapishaneden avukatına ikinci kez beş bin lira daha gönderdi.
Karar Yargıtaydan geldi: İdam onaylanmıştı.
--Helal olsun, böyle avukata, helal olsun...-- diyordu Zengo
İdam kararı Meclis'te onaylandı. Zengo, gülüyordu, sevinçliydi.
Zengo, bütün parasını avukatına bıraktı.
İdam sehpasına götürülmek için hücresinden alınırken Zengo:
--Helal olsun, böyle avukata, helal olsun...-- diye söyleniyor, gülümsüyordu.
Sevgi eksikliği her zaman bir Zengo yaratmaz, ama dünyaya küskün,
kendini değersiz bulan, kendini ve insanları sevmeyen kişiler
ortaya çıkarır. Benlik bilinci, geçmişte kişiye nasıl davranıldığı, neler
söylenildiğiyle oluşur. Benlik bilincini değiştirip, kendini tanıma yoluyla
yeniden biçimlendirme durumuna geçilmezse, gerçeğe uymayan
benlik bilinci, ömür boyu sürer.
Kaldı ki, küçüklükten beri söylenenler, çoğunlukla kendi aralarında
tutarlıktan yoksundur. Birbiriyle çelişen o denli çok şey söylenir ki,
hangisinin doğru olduğuna karar vermek zorlaşır ve bir an gelir,
ipin ucu kaçırılır.
Bir "DİLRUBA"ya düştü gönül müptelası çok, Aşkın sefası yok değil ama cefası çok...
Sürekli horlanıp, hakir görülen insanların psikolojisi elbette ki bozulacaktır. Bu yüzden, hayatı boyunca sevgi görmemiş birinin canavarlaşması hiç de ihtimal harici değil. Bence son derece güzel bir noktaya parmak basılmış.
Bir de farklı yönde yaklaşırsak, öyküde anlatılan bir canavar kişiliği bile, islah edebilmenin en güzel yanı ona bile sevgiyle yaklaşabilmek, gururunu okşayabilmek.
Sevgi iki yönlü bir araç; yoksunluğu belaya, fazlası hayıra götürür diyebiliriz.
Sevgi eksikliği her zaman bir Zengo yaratmaz, ama dünyaya küskün,
kendini değersiz bulan, kendini ve insanları sevmeyen kişiler
ortaya çıkarır. tskkk faydın
Kayıt: Sep 20, 2008
Mesajlar: 1498
Nereden: İstanbul
Tarih: 26 Eylül 2009, Cumartesi 19:54:44 Mesaj Konusu:
"İnsan sosyal bir varlıktır, bu nedenle sevgiye daima açtır." Bu açlık giderilmediği taktirde ruh sağlığı olumsuz etkilenir ve depresyona kadar varabilen durumlar görülebilir. Bu durumun sürekliliği de yukarıdaki hikayedeki gibi cani ruhlu bir kişilik ortaya çıkarabilir. Buna göre sonuç olarak, "Sevgisizlik", sonucu zararlı hatta tehlikeli bir durumdur" diyebiliriz. Yukarıdaki hikaye de buna güzel bir örnek.
"Psikoterapi, temelde sevgi ile tedavidir." der Freud. Hikayede, avukatın bilmeden sevgisizlik sonucu oluşan bir kişilik olan Zengo'ya yaptığı da bir çeşit terapi olmuş ve olumlu sonuç vermiş. Buradan da, sevginin ne kadar güçlü olduğunu anlıyoruz.
Bir insanı sevmekle başlar her şey... (Sait Faik Abasıyanık)
Sevgisiz kalmamanız dileğiyle....
* * *
Sevginin Gücü' ne dair güzel bir örnek olan bu hikayeyi paylaştığın için teşekkürler FAYDIN.
.......Rüzgar gibi geçti hayatımdan, adı ^^KaRaYeL^^ olan.......
Bu forumda yeni konular açamazsınız Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız